Makale Koleksiyonu
https://hdl.handle.net/11491/2181
Article Colleciton2024-03-28T13:33:35Zİskilip Tarihçesi ve Kaya Mezarları Üzerine Bir Değerlendirme
https://hdl.handle.net/11491/8704
İskilip Tarihçesi ve Kaya Mezarları Üzerine Bir Değerlendirme
Gündoğdu, Oktay; Gündoğdu, Esra
Although Iskilip, where different civilizations lived, has a historical background, information about the history of the city is insufficient. The fact that information about the ancient period and old names of Iskilip belongs to other cities causes confusion. This process has started to be accepted as the history of Iskilip by transferring from the sources over time. There are suggestions about the ancient names of the city. (Andrapa, Claudiopolis, Neoklaudiopolis, Tavium, Bloacium, Pejum, etc.) However, it has been determined by field studies that these are different cities. When the cities in the Paphlagonia region were examined on the maps, we came across six important cities. The borders of these cities are known approximately. However, the boundaries of the city, which is designated as “Dadybra”, are not exactly known on the maps. Although the sources have stated that the city referred to as “Dadybra” may be Safranbolu, the data are quite limited. The lack of information about the city of Dadybra does not close the gap we encountered in the history of Iskilip. One of the most basic elements emphasized within the scope of this study is that Iskilip is one of the important cities of the Paphlagonia region. The most concrete sources of this thought are the rock tombs. Historical artifacts should be examined in order to eliminate the deficiency in the history of the city. In addition, we think that the first settlements were Iskilip Castle, Yivlik Hill and its surroundings. Therefore, Iskilip Castle and rock tombs constitute one of the first sources for this region. Iskilip Castle is approximately 100 m from the city level. It is located on the bedrock mass at an altitude. About 15 m. to the south of the castle. There are tombs that go up to the height. It was known that there were five of them in total, but as a result of the studies carried out by the Municipality of Iskilip in 1995, the D rock tomb was unearthed. This tomb, which has not been evaluated in any scientific study until today, has been examined in all its details. However, the measurements of the rock tombs, which we call A-B-C-E-F, were taken and their drawings were made. The Eros relief found on the pediment of the A rock tomb was unearthed for the first time in this study. One of the important data of this study is the records of travelers. It is also important to determine the damages on the rock tombs and to offer restoration proposals. It is especially important for breaking the columns in tombs B and C and determining how they were originally. The pediment of tomb E, which is a unique example, was compared with different rock tombs and its style was tried to be determined. As a result, the tombs are dated to the Late Hellenistic-Roman Period.; Farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan Çorum ili İskilip ilçesi köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen kent tarihçesiyle ilgili bilgilerin oldukça yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle İskilip antik dönemi ve isimlerine ilişkin literatüre yansımış verilerin başka kentlere atfedilen isimler olması bir karmaşaya neden olmuştur. Bu süreç zamanla kaynaklardan aktarılarak farklı kentlerin tarihçeleri İskilip tarihçesi veya şehrin adı olarak kabul edilmesine yol açmıştır. Kentin antik isimleri üzerine birçok önerinin sunulduğu (Andrapa, Klaudiopolis, Neoklaudiopolis, Tavium, Bloacium, Pejum gibi) ancak bunların hepsinin farklı kentler olduğu sahada yapılan multidisipliner çalışmalarla belirlenmiştir. Paphlagonia bölgesi içerisinde bulunan kentler haritalar üzerinden incelendiğinde altı önemli kent karşımıza çıkmıştır. Bu kentlerin büyük bir kısmının bugün hangi şehirlerin sınırlarında olduğu yaklaşık olarak belirlenmiştir. Fakat haritalarda “Dadybra” olarak belirtilen kentin sınırlarının nerelere kadar uzandığı veya tam olarak neresi olduğu net olarak bilinmemektedir. Her ne kadar kaynaklar “Dadybra” olarak zikredilen kentin Safranbolu olabileceğini belirtmiş olsalar da bu tezi destekleyen veriler oldukça sınırlıdır. Dadybra kenti ile ilgili bilgi eksikliği ve karmaşası İskilip tarihçesinde karşılaştığımız boşluğu doldurmamıza imkân tanımamıştır. Bu çalışma kapsamında vurgulanan en temel şeylerden birisi İskilip kentinin Paphlagonia bölgesi içerisinde değerlendirilmesi ve önemli kentlerinden birisi olmasıdır. İskilip tarihinin erken dönemlerine ilişkin bu tezimizin en somut kaynaklarını da kaya mezarları oluşturmaktadır. Şehrin tarihçesindeki eksikliğin giderilmesi, kentin tarihi kimliğinin ortaya çıkarılması ve farklı medeniyetlerin izlerini sürmek için günümüze ulaşan eserlerin incelenmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak ilk yerleşimlerden başlayan yayılım halkasının İskilip Kalesi, Yivlik Tepesi ve çevresi olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla İskilip Kalesi’nin güney eteklerinde konumlandırılan kaya mezarları bu bölge için en erken kaynaklardan birisini oluşturmakta ve İskilip tarihine ışık tutmaktadır. İskilip Kalesi şehir kotundan yaklaşık olarak 100 m. yükseklikte bir anakaya kütlesinin üzerine oturmaktadır. Kale yerleşiminin güney bölümüne doğru bakan cephesinde yaklaşık 15 m. yüksekliğe kadar çıkabilen anakayalara oyulmuş mezarlar bulunmaktadır. Bunların sayısının toplamda beş tane olduğu bilinmekteydi. Fakat 1995 yılı Ocak/ Mayıs aylarında İskilip Belediyesi tarafından yapılan yol çalışmaları sonucunda D kaya mezarı olarak adlandırdığımız bir kaya mezarı daha ortaya çıkartılmıştır. 1995 yılına kadar haberdar olmadığımız ve bugüne kadar hiçbir bilimsel çalışmada değerlendirilmeyen bu mezar, çalışmamızda tüm ayrıntılarıyla incelenmiştir. Bununla birlikte bu mezarın batı ve doğusuna yerleştirilmiş A-B-C-E-F isimleriyle adlandırdığımız kaya mezarlarının rölöveleri alınarak fotoğrafları çekilmiş, autocad ortamında çizimleri yapılmıştır. A kaya mezarının üçgen alınlığında var olduğunu düşündüğümüz bir Eros kabartması yine ilk defa bu çalışmada ortaya çıkarılmıştır. Kaya mezarının içerisinde ölünün yatırıldığı kline ve güneyinde bulunan portiko bölümleri tüm detaylarıyla incelenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmanın önemli verilerinden biri de İskilip kaya mezarlarını fotoğraflayan gezginlerin 1885 yılına tarihlenen bir fotoğrafı üzerinden hareket ederek hasar kayıtlarını vermiş olmamızdır. Kaya mezarları üzerindeki hasarların tespit edilmesi onlara ilişkin restorasyon tekniklerinin sunulması açısından ayrıca önemli görülmektedir. Özellikle C mezarının sütunlarının yok olması, A mezarının bir zamanlar farklı işlevlerde kullanılmasının belgelenmesi, B mezarının portiko bölümünde bulunan sütunun bugün olmadığının tespit edilmesi, B mezarında bulunan kline bölümünün ilk hâllerinin nasıl olduğunun vurgulanması, E mezarındaki hayvan figürlü başlıkların neler olduğu ve ne ifade ettiği konuları bu çalışmada sunulmaya çalışılmıştır. Örneklerine rastlanmayacak zenginlikte veriler sunan E mezarının üçgen alınlığı farklı bölgelerdeki kaya mezarlarıyla karşılaştırılarak dönemi içerisindeki yeri ve üslubu belirlenmeye çalışılmıştır. Yapılan tüm çalışmalar sonucunda mezarların Geç Helenistik-Roma Dönemi içerisinde bir döneme ışık tuttukları belirlenmiştir.
2023-01-01T00:00:00Z19. Yüzyıla Ait Kayıp Âyinleri Muhtevi Bir Mecmua İncelemesi -Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu AEMNZ758 Numaralı Âyin Mecmuası-
https://hdl.handle.net/11491/8689
19. Yüzyıla Ait Kayıp Âyinleri Muhtevi Bir Mecmua İncelemesi -Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu AEMNZ758 Numaralı Âyin Mecmuası-
Dinç, Sema; Coşgun, Gökhan
Mecmuas are works consisting of poems that were called notebooks before the 15th century and later divided into various types over the centuries. Na’ts, mi‘raciyes, rituals, hymns and kaside can be counted among the religious types of mecmuas. In addition, it has been witnessed that religious works are written from time to time in song mecmuas. Considering the mecmuas as a historical document corresponds to a close period of time. Considering the writing purposes of the mecmuas, this situation is based on many plausible reasons. When considered in the context of history of Islamic music (?), one of these reasons is that the mecmuas contain works that take the pulse of the period. However, the fact that these works were written for the notables of the palace are also seen as important records about the musical works performed in the Ottoman palaces. At the same time, the feature of making it easier to remember the works with long lyrics in the human memory is one of the issues that reveal the importance of the mecmuas. Although the author of the Ayin Mecmua numbered AEMNZ758 in the Ali Emiri Collection of the Millet Library, which we will examine, is not known, it is a mecmua that can be considered early for exclusive mecmuas that contain 26 rites and include two rites that are thought to be lost. However, after the rites, there is a section consisting of a speech, 10 ghazals and a stanza. 7 of the gazelles are in Persian and 3 of them are in Ottoman Turkish. Although the author of this 59- leaf journal is unknown, it seems likely that it was written between 1844 and 1870, according to our determinations. It is obvious that the journal, which is the subject of our study, is close to other mecmuas in terms of content. However, there are a few elements that make this mecmua stand out at the point of examination. The first is that its historical interval coincides with the period when ritual collections began to become widespread at a time when ritual compositions were intensified. Another is the lyrics of Şeyda Hafiz Abdürrahim Dede’s Hicazeyn ritual, which is thought to be lost, and the Isfahan ritual, which is thought to be forgotten, by Hammamizade İsmail Dede Efendi. However, the fact that some rites include pitch names and a large number of metrical cycles information draws attention as elements that shed light on the compositions. Comparison of the mecmua was made from Heper’s work named “Mevlevi Ayinleri”, and comparisons were made especially over Şeyh Galib’s mecmua. In the comparison, it was observed that the lyrics of many rites were exactly the same. However, there are some conflicts in the rites such as the change of the name of the maqam, the lack or excess of the lyrics or the changes in the lyrics. In addition to this, it is thought that this mecmua, in which we come across other information about the dating of Nakşi Efendi’s Şedaraban Ayin, will also give an idea to other studies with these aspects. In addition to including this information comparatively, the suitability of the changes to the text was also evaluated. Two of the elements that make the mecmua perhaps the most important are the lyrics of the Hicazeyn and Isfahan rites in this manuscript. As far as we can determine, the lyrics of the Hicazeyn ritual is a work that has rarely been found in mecmuas, but has not been the subject of an academic study until now. It has been determined that the aforementioned rite was added to the mecmua we have later. In this study, the entire lyrics of the Hicazeyn rite are included in a comparative way from two works, as it is also found in the rite mecmua number 572 in the Istanbul University Rare Works Library. Although it is stated that the Isfahan ritual has been forgotten in many sources, it has been seen that it has been found in some records as a result of recent mecmua research. However, a part of this rite has been written in a short research article, and for the first time in this study, it is discussed in a way that includes all of it together with the chanting expressions. Considering the aims and general characteristics of the mecmuas, which were waiting to be brought to light on the occasion of the aspects that shed light on the period, a portrait of a period was tried to be revealed with this mecmua.; Mecmualar, 15. yüzyıl öncesinde defter olarak adlandırılan sonrasında ise yüzyıllar içerisinde çeşitli türlere ayrılacak olan şiirlerden müteşekkil eserlerdir. Na’t, mi’râciye, âyin, ilâhî ve tevhidlerden oluşan müstakil mecmualar, mecmuaların dinî türleri arasında sayılmaktadırlar. Bununla beraber şarkı mecmualarında da zaman zaman dinî muhtevalı manzumelerin kaleme alındığına şahit olunmuştur. Mecmuaların tarihî bir belge niteliğinde sayılmaları yakın bir zaman dilimine tekabül etmektedir. Bu durum mecmuaların yazım amaçları düşünüldüğünde birçok makul nedene dayanmaktadır ve aslında tarihî belge olarak nitelendirilme noktasında geç kalınmış olunabileceğini düşündürmektedir. Mûsikî tarihimiz bağlamında düşünüldüğünde bu nedenlerden biri mecmuaların dönemin nabzını tutan eserleri muhtevi olmasıdır. Bununla beraber saray eşrafı için kaleme alınması bu eserlerin Osmanlı saraylarında icrâ edilen mûsikî eserleri hakkında da önemli kayıtlar olarak görülmektedir. Aynı zamanda insan hafızasında bulunan uzun güfteli eserlerin hatırlanmasını kolaylaştırması da mecmuaların ehemmiyetini ortaya koyan hususlardandır. Birçok çalakalem yazılmış mecmua bulunmakla birlikte Şeyh Gâlib mecmuası gibi isimlerin kaleme aldığı hatırı sayılır özenli el yazmaları da bulunmaktadır. Bizim inceleyeceğimiz Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu’nda bulunan AEMNZ758 Numaralı Âyin Mecmuası, müellifi bilinmese de, içerisinde 26 âyin bulunduran ve unutulduğu/kayıp olduğu düşünülen iki âyini de içerisine alan münhasır mecmualar için erken tarihli sayılabilecek bir mecmuadır. Mecmuada âyinlerden sonra on gazel ve bir kıt’adan oluşan bölüm yer almaktadır. Gazellerin 7 tanesi Farsça ve 3 tanesi Osmanlı Türkçesi’nde kaleme alınmıştır. 59 varaktan oluşan bu mecmuanın müellifi bilinmemekle birlikte yaptığımız tespitlere göre 1844-1870 yılları arasında kaleme alınmış olması muhtemel görünmektedir. Çalışmamıza konu olan mecmuanın içerik bakımından diğer mecmualara yakınlığı aşikârdır. Ancak bu mecmuayı incelenmesi noktasında öne çıkaran birkaç unsur bulunmaktadır. İlki tarihî aralığının, âyin bestelerinin yoğunlaştığı bir dönemde âyin mecmualarının yaygınlaşmaya başladığı döneme rastlamasıdır. Bir diğeri ise Şeydâ Hâfız Abdürrahim Dede’nin kayıp olduğu düşünülen Hicâzeyn âyinini ve Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi’nin unutulduğu düşünülen Isfahân âyininin güftelerinin yer almasıdır. Bununla beraber bazı âyinlerde perde isimlerinin ve çok sayıda usûl bilgilerinin yer alması da bestelere ışık tutan unsurlar olarak dikkat çekmektedir. Mecmuanın karşılaştırılmasında Sadettin Heper’in Mevlevî Âyinleri isimli eserinden faydalanılmış olup özellikle Şeyh Gâlib’in mecmuası üzerinden de mukayeseler yapılmıştır. Yapılan karşılaştırmada birçok âyinin güftesinin birebir aynı olduğu gözlemlenmiştir. Bununla birlikte âyinlerde makam adı değişikliği, güftelerdeki eksiklik-fazlalık ya da güftelerde yer değişiklikleri gibi bir takım ihtilaflar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Şeyh Nakşî Efendi’nin Şedarâbân Âyîn-i Şerîfi’nin tarihlendirilmesi noktasında da bir başka bilgiye rastladığımız bu mecmuanın bu yönleriyle diğer çalışmalara da fikir vereceği düşünülmektedir. Bu bilgilere mukayeseli olarak yer vermenin yanı sıra değişikliklerin güfteye uygunlukları da değerlendirilmiştir. Mecmualardaki farklılıklar herhangi birinin doğruluğunu kanıtlama gayesi olmaksızın yalnızca mecmua içeriğini ortaya çıkarma amacıyla çalışmamıza konu olmuştur. Mecmuayı belki de en önemli kılan unsurlardan ikisi Hicâzeyn ve Isfahân âyinlerinin güftelerinin bu yazmada bulunmasıdır. Hicâzeyn âyininin güftesi tespit edebildiğimiz kadarıyla nadiren mecmualarda varlığı tespit edilen ancak şimdiye kadar akademik bir çalışmaya konu olmamış bir eserdir. Bahsedilen âyininin elimizdeki mecmuaya sonradan eklendiği tespit edilmiştir. Bu çalışmada Hicâzeyn âyin güftesinin tamamına, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bulunan 572 numaralı âyin mecmuasında da bulunması vesilesiyle iki eserden karşılaştırmalı bir şekilde yer verilmiştir. Isfahân âyininin birçok kaynakta unutulduğu ifade edilse de son zamanlarda yapılan mecmua araştırmaları neticesinde bazı kayıtlarda rastlandığı görülmüştür. Bununla beraber kısa bir araştırma yazısında bu âyinin bir kısmı kaleme alınmış olup, bu çalışmada ilk kez terennüm ifadeleri ile birlikte tamamına yer verilecek şekilde ele alınmıştır. Bu âyinde diğerlerine nazaran terennüm ifadelerinde bazı yeni kullanımlar da görülmüştür. Dönemine ışık tutan yönleri vesilesiyle gün yüzüne çıkarılmayı beklemiş mecmuaların amaçları ve genel özelliklerine bakıldığında bu mecmua ile de bir dönem portresi ortaya konmaya çalışılmıştır.
2023-01-01T00:00:00Zİslam Tarihinde Tıp Bilgisinin Ortaya Çıkışına Dair Değerlendirmeler: İbn Ebû Usaybia Örneği
https://hdl.handle.net/11491/8287
İslam Tarihinde Tıp Bilgisinin Ortaya Çıkışına Dair Değerlendirmeler: İbn Ebû Usaybia Örneği
Gençel Efe, Zehra
İslam tıp tarihinin önemli âlimlerinden İbn Ebû Usaybia, bu döneme ulaşmış yegâne eseri olan Uyûnü’l-enbâ fî tabakâti’l-etıbba adlı eserinde, tıp bilgisinin oluşumuna dair ilk yazılı nakillerden bugüne kadar olan serüvenini ele almıştır. Bu bilginin ilk defa hangi bölgede ve ne şekilde ortaya çıktığına dair rivayetlere yer verdiği eserinde, Eflâtun, Aristo, Fârâbî, İbn Sînâ, Kindî, Sühreverdî el-Maktûl ve İbn Rüşd gibi filozoflar ile ünlü kelamcılara da yer vermektedir. Hintli, Grek, Romalı, Süryânî ve Müslüman hekimlerinin hayatlarını ve tıbba katkılarını ayrıntılarıyla ele aldığı bu eserin bir bölümünde tıp bilgisinin nerede ve nasıl ortaya çıktığını zengin örneklerle tartışmaktadır. Müellifin eserinde yer verdiği, tıp ilminin var oluşuyla ilgili görüşleri öncelikle iki ana kısma ayrılır: Tıp bilgisinin ezeli olduğunu kabul edenler ve sonradan ortaya çıktığını ileri sürenler. Öncelikle bu temel konular üzerinde durmaktadır. Daha sonraki tartışmaları ve verdiği örnekleri ise bu ilmin sonradan ortaya çıktığı görüşü üzerinden sürdürmektedir. Müellif eserin bu bölümünde, klasik epistemolojide bilginin kaynakları arasında yer alan algı ve tecrübeyi çeşitli örneklerle ön plana çıkarır. Yine bilgi kaynaklarının araçları arasında yer alan algı, akıl, bellek, tanıklık, içe bakış ve bilinç çeşitli örneklerle desteklemektedir. İbn Ebû Usaybia bu araçların hemen hemen hepsine bu dönemlerden tek tek örnekler vererek değinmiştir. Müellifin bilgi konusundaki daha öncekilere ait örnekleri daha çok rivayet etme ve kendi zamanındaki örneklerle karşılaştırma şeklindedir. Çalışmamızda, müellifin verdiği örnekleri, epistemoloji ve bilginin tasnifi konusunda yapılmış modern çalışmalara göre tasnif ederek değerlendirme yoluna gittik. Modern çalışmalardaki tasniflere göre yeterli rivayet bulunmamakla birlikte, bazı tür bilgilerde çok sayıda örnek bulunduğu görülmektedir. Yunanlı hekimlerin ve kendi dönemine kadar kaleme alınmış olan eserlerin hemen hepsinin içerdiği örnekleri işlemiş olması, eserin bu bölümünü çok zenginleştirmiştir. Müellifin bilginin kaynağına dair aktardığı bu örnekler, tıbbın bugünkü geldiği noktayı idrak etmek açısından büyük önem taşımaktadır.; Ibn Abu Usaybia, one of the important scholars of the history of Islamic medicine, dealt with his adventure from the first written transmissions on the formation of medical knowledge until today in his work named Uyûnu'lAnbâ fî Tabakâti'l-Etıbba, which is his only work that has reached today. In his work, in which there are rumors about where and how medicine emerged for the first time, he includes philosophers such as Eflatun, Aristo, Kindi, Farabi, Ibn Sînâ, Ibn Rushd and Suhraverdî al-Maktûl, as well as many famous scholars and theologians. In this work, in which he deals with the lives, works and contributions of the Greek, Roman, Indian, Syrian and Islamic physicians in detail, he discusses where and how medical knowledge emerged with rich examples. The author, the views on the existence of the science of medicine are divided into two main parts: accordingly, there are those who accept that medical knowledge is eternal and those who claim that it emerged later. He continues his later discussions and examples based on the view that science was created later. It highlights perception and experience, which are among the sources of knowledge in classical epistemology, with various examples. Again, perception, reason, memory, testimony, introspection and consciousness, which are among the tools of information sources, are supported by examples. Ibn Abu Usaybia touched upon almost all of these vehicles by giving examples from these periods one by one. The author's examples of knowledge are mostly in the form of narrating and comparing with the examples of his own time In our study, we decided to evaluate the examples given by classifying them according to modern studies. Although there are not enough rumors according to the classification in modern studies, it is seen that there are many examples in some genres. The fact that Greek physicians and the examples of almost all of the works written up to his time have processed the examples, which enriched this part of the work. These examples given by the author regarding the source of knowledge are of great importance in terms of understanding the current state of medicine.
2021-01-01T00:00:00ZHalk Edebiyatında Taşlama: Yazıcı Murtaza Örneği
https://hdl.handle.net/11491/8270
Halk Edebiyatında Taşlama: Yazıcı Murtaza Örneği
Kiraz, Seydi; Demir, Mustafa
Yazıcı Murtaza 18. yüzyılda yaşamış Kayserili bir âşıktır. Hayatı hakkında kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Müellifin Ankara Milli Kütüphane’de 06 Mil Yz A 2428 ve 06 Mil Yz. A. 4277/2 demirbaş numarası ile kayıtlı iki eseri vardır. Şair hakkında tespit edilen bilgiler bu yazmalar üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. Bir cizyedar kâtibi olan Yazıcı, vazifesi gereği Anadolu’dan Balkanlar’a Balkanlar’dan Basra’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı gezen bir seyyahtır. Kâtipliğinin yanı sıra bir dönem müezzin ve muallim olarak görev yapmıştır. Bu çalışmada Yazıcı’nın Milli Kütüphane’de 06 Mil Yz A 2428 demirbaş numaralı eserindeki taşlamalar ele alınmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde Türk edebiyatında eleştiriye dayalı türler açıklanmış, ikinci bölümünde de Yazıcı Murtaza’nın hayatı ve eserleri ile ilgili bilgiler verilmiş, üçüncü bölümünde ise Yazıcı Murtaza’nın taşlamaları; dil, üslup ve muhteva açısından incelenmiştir. Dördüncü bölümde de çalışmada kullanılan taşlamalar metin olarak verilmiştir. Şair bu taşlamalarda, toplumun genelinde ve memleketi Kayseri’de gördüğü olumsuzlukları anlatmıştır. Taşlamalarda dönemin siyasî, sosyal ve dinî atmosferi nükteli bazen de argoya varan söyleyişlerle dile getirilmiştir.
2021-01-01T00:00:00Z