Cilt 1 (2019)
https://hdl.handle.net/11491/5603
Volume 1 (2019)2024-03-28T07:52:10ZRozasea hastalarında demodex spp'nin araştırılması
https://hdl.handle.net/11491/5609
Rozasea hastalarında demodex spp'nin araştırılması
Koşar, Nezahat; Sabancılar, Emine; Karasartova, Djursun; Güreser, Ayşe Semra; Öztekin, Aynure; Derici, M. Kürşat; Gazi, Umut; Artüz, Refika Ferda; Taylan Özkan, Hikmet Ayşegül
İnsizyonel herni gelişiminde risk faktörlerinin saptanması Amaç: Rozasea, yüz bölgesinde çeşitli klinik bulgularla seyreden, değişik alt tipleri olan ve sebebi tam olarak bilinmeyen kronik enflamatuvar bir cilt hastalığıdır. Demodex spp. rozasea etyolojisinde rol oynadığı düşünülen insan derisinin zorunlu paraziti olan bir akardır. Çalışmanın amacı rozasea tanılı kadın hastalarda demodeks saptanma sıklığını ve rozasea alt tipleri ile parazitin saptanma yoğunluğu arasındaki ilişkiyi saptamaktır. Gereç ve Yöntem: T.C. Sağlık Bakanlığı Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi Deri ve Zührevi Hastalıklar polikliniklerine Şubat-Aralık 2017 tarihleri arasında rozasea nedeniyle başvuran 27-73 yaş arasındaki 39 kadın hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalardan burun, yanak ve çene derisinden ayrı ayrı olmak üzere birer adet toplamda üç adet örnek standart yüzeyel deri biyopsisi yöntemi ile alınarak ışık mikroskobunda incelenmiştir. Bulgular: Otuz dokuz hastanın 34 (%87,2)'ünde demodeks saptanmıştır. Hastaların 14 (%35,9)'üne eritematotelenjiektatik; 25 (%64,1)'ine papülopüstüler rozasea tanısı konulmuştur. Eritematotelenjiektatik hasta grubundakilerin 11 (%78,5)'inde, papülopüstüler hasta grubundakilerin 23 (%92)'inde demodeks saptanmıştır. İki grup arasında yapılan istatistiksel analizde demodeks yoğunluğu ile rozasea alt tipi arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p=0,276). Sonuç: Rozasea hastalarında demodeks enfestasyonun yüksek oranlarda görülmesi nedeniyle tanıda araştırılması gerektiği akıldan çıkarılmamalıdır. Ayrıca rozasea alt tiplerinde parazitin etkisini ve hastalığın etiyopatogenezini daha iyi ortaya koymak için daha fazla sayıda hasta grubu ile ilave çalışmalar yapılması faydalı olacaktır.; Objective: Rosacea is a chronic inflammatory skin disease of the face with various subtypes and unknown etiology. Demodex mite, an obligate parasite of human skin, is thought to play a role in the etiology of rosacea. The aim of this study was to determine the frequency of Demodex detection in female patients with rosacea, and the relationship between rosacea subtypes and parasite detection intensity. Material and Method: Thirty-nine female patients aged between 27 and 73 years who applied to the skin and venereal diseases polyclinics of Hitit University Erol Olçok Training and Research Hospital between February and December 2017 were included in the study. A total of three skin samples, one from the nose, cheek and chin, were collected by standard superficial skin biopsy and examined under light microscopy. Results: Demodex was detected in 34 of 39 patients (87.2%). Fourteen patients (35.9%) were diagnosed as erythematelengiectasic rosacea and 25 patients (64.1%) were diagnosed as papulopustular rosacea. Demodex was detected in 11 (78.5%) of the erythematelengiectasic patients and 23 (92%) of the papulopustular patients. There was no significant relationship between Demodex density and rosacea subtype in the statistical analysis between the two groups (p: 0.276). Conclusion: It should be kept in mind that Demodex infestation is high in rosacea patients and should be investigated in diagnosis. Further studies are needed with more patient groups in order to better determine the efficacy of the parasite in rosecea subtypes and the etiopathogenesis of the disease.
Bu çalışma; 20. Ulusal Uluslararası Katılımlı Parazitoloji Kongresinde (25-29 Eylül 2017, Eskişehir) poster bildiri olarak sunulmuştur.
2019-01-01T00:00:00Zİnsizyonel herni gelişiminde risk faktörlerinin saptanması
https://hdl.handle.net/11491/5608
İnsizyonel herni gelişiminde risk faktörlerinin saptanması
Erkent, Murathan; Şahiner, İbrahim Tayfun; Kendirci, Murat; Topcu, Ramazan
Amaç: İnsizyonel herniler; karında uygulanan cerrahi girişimlerden sonra sık karşılaşılan sorunlardan biridir. Görülme sıklığı % 13 oranlarında bildirilmektedir. Önemli oranda iş gücü kayıplarına, morbiditeye ve hatta mortaliteye yol açıp, hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyebilirler. Bu amaçla insizyonel herni gelişmemesi için önlem alma adına risk faktörlerini irdelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Retrospektif olarak 2013 Kasım – 2017 Aralık tarihleri arasında kliniğimizde ameliyat edilen 128 insizyonel herni tanılı hastanın verileri analiz edildi. Hastaların demografik verileri, etyolojileri (hastalara yapılan ilk cerrahi nedenler), vücut kitle indeksleri, komorbideteleri ve ilk ameliyatı sonrasında cerrahi alan enfeksiyonu (CAE) gelişip gelişmediği gibi parametreler incelendi. Bulgular: İlk cerrahi nedenler incelendiğinde en çok %53.9 u (n:69) jinekolojik ameliyatlar ve brid ileus nedeniyle laparotomi yapılmış hastaların ameliyat edildiği gözlendi. Hastaların vücut kitle indekslerine (VKİ) bakıldığında ise %64.1 i (n:82) VKİ 25-80 olarak saptandı. Hastaların komorbiditelerine (yandaş hastalıklar) bakıldığında ise ilk sırada %38.3 (n:49) ile Kronik ostrüktif akciğer hastalığı (KOAH) saptanırken, ikinci sıklıkta %19.5 ile (25) Diyabetes Mellituslu (DM) hastalar olarak saptandı. Hastaların ilk ameliyatlarında cerrahi alan enfeksiyonu (CAE) % 87.5 (n:112) hastada saptanmadı. Sonuç: Yüksek VKİ ve obezite önemli nedenlerdendir. Bu çalışmada da hastaların büyük çoğunluğunu VKİ yüksek olan hastalar oluşturmaktadır. Ayrıca yandaş hastalık olarak KOAH ve DM in önemli birer hastalık olduğu ve risk faktörü oluşturduğu bu çalışmada da görülmüştür. Ayrıca bu çalışmada da 16 CAE gelişen hastada ek girişim veya medikal tedaviye rağmen insizyonel herni geliştiği gözlendi. Sonuç olarak değiştirilebilen risk faktörleri kontrol altına alınabilirse insizyonel herni gelişimi önlenebilir.; Objective: Incisional hernias are one of the most common problems following abdominal surgical procedures, with an incidence of 13%. It can cause significant loss of labor, morbidity and even mortality and may have negative effects on the quality of life. The aim of this study was to investigate the risk factors to prevent the development of incisional hernia. Material and Method: The data of 128 patients with an incisional hernia, who underwent surgery in our clinic between 2013 and 2017, were analyzed retrospectively. Parameters including demographic data, etiology (reasons for the first surgical procedure), body mass index (BMI), comorbidities and whether surgical site infection (SSI) developed after the first operation were evaluated. Results: When the reasons for the first surgical procedure were examined, the majority of the patients were observed to consist of those who underwent a gynecological procedure and laparotomy due to brid ileus (53.9%, n= 69). Of the patients, 64.1% (n=82) were found to have a BMI of 25–80. In terms of comorbidities, 38.3% (n=49) of the patients had chronic obstructive pulmonary disease (COPD); which was followed by diabetes mellitus (DM) in 19.5% (n=25) of the patients. The rate of patients who had no SSI following the first operation was 87.5% (n=112). Conclusion: High BMI and obesity have been found to be significant risk factors for incisional hernia. The majority of the patients in the present study were individuals with high BMI. Furthermore, COPD and DM have been found to be significant comorbidities in terms of the development of incisional hernia. Moreover, incisional hernia has developed in 16 patients with SSI despite the additional interventions or medical treatment. In conclusion, controlling the modifiable risk factors can help the prevention of the development of incisional hernia.
2019-01-01T00:00:00ZÇorum'da göğüs hastalıkları ve dermatoloji kliniklerinde solunum alerjenlerine yönelik deri prick testi sonuçları: 2 yıllık retrospektif çalışma
https://hdl.handle.net/11491/5607
Çorum'da göğüs hastalıkları ve dermatoloji kliniklerinde solunum alerjenlerine yönelik deri prick testi sonuçları: 2 yıllık retrospektif çalışma
Arslan, Sertaç; Şenel, Engin; Öztekin, Aynure; Gülhan, Meral; Koşar, Nezahat; Taylan Özkan, Hikmet Ayşegül
Amaç: Bölgemizde en sık karşılaşılan alerjenleri belirlemek, erken tanıya ve koruyucu tedbirlere katkıda bulunmak. Gereç ve Yöntem: Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi, erişkin Göğüs Hastalıkları ve Cildiye Polikliniklerine 1 Ocak 2016 ile 30 Nisan 2018 tarihleri arasında alerjik yakınmalarla başvuran ve alerji deri testi (prick) yapılan 179 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 31,4 ± 17,6 idi. Hastaların 70 (%39,1)'inde alerjik kontakt dermatit, 29 (%16,2)'sinde astım, 24 (%13,4)'ünde alerjik rinit mevcuttu. Erkek ve kadın hastalar arasında solunum alerjen duyarlılığı açısından fark saptanmadı. Solunum alerjeni pozitif bulunan hastaların 54 (%30,2)'sinde ev tozu akarı alerjisi, 28 hastada (%15,6) köpek tüyüne karşı alerji, 24 hastada (%13,4) hamam böceği alerjisi saptandı. Sonuç: Alerjik şikayetlerle cildiye ve göğüs hastalıkları kliniklerine başvuran hastalarda en çok ev tozu akarlarına karşı alerjik duyarlılık saptandı. Akar duyarlılığı çayır polenleri, hamamböceği ve köpek tüyü duyarlılığı ile birlikte anlamlı olarak yüksek oranlarda saptandı.; Objective: To identify the most common allergens in our region and to contribute to early diagnosis and protective measures Material and Methods: One hundred and seventy nine patients with allergic complaints who have been admitted to Hitit University Hospital Pulmonology and Dermatology Clinics and undergone skin prick test between January 1st 2016 to April 30st 2018 were evaluated retrospectively. Results : Mean age of patients were 31,4 ± 17,6 years. Allergic contact dermatitis diagnosed at 70 (39,1%) patients, whereas 29 (16,2%) patients had asthma and 24 (13,4%) patients had allergic rhinitis. Respiratory allergensen sitivity showed no difference between male and female patients. Mite allergy was the most common respiratory allergen sensitivity with 54 (30,2%) patients. Dog feather allergy was found at 28 (15,6%) patients and 24 (13,4) patients had cockroach allergy. Conclusion: Patients who admitted to dermatology and pulmonology clinics with allergic complaints mostly had mite allergy. Mite allergy showed cross immunity with grasspolens, cockroach and dog feather significantly.
2019-01-01T00:00:00ZA holistic analysis of bee venom literature: Bibliometric evaluation of the global publication productivity on bee venom between 1975 and 2017
https://hdl.handle.net/11491/5606
A holistic analysis of bee venom literature: Bibliometric evaluation of the global publication productivity on bee venom between 1975 and 2017
Şenel, Engin
Objective: Bee venom produced by Apis mellifera is a complex mixture of bioactive peptides, enzymes and biogenic amines. Bibliometrics is a novel and popular statistical method of evaluation of academic literature in a certain field. We aimed to analyze bee venom literature in this study and used four databases provided by Web of Science. Materials and Method: All documents published between 1975 and 2017 were included from WoS databases and analyzed. Results: A total of 4117 articles was found. The most items were original articles (88.15%) and 87.37% of which were in English. The USA ranked first in the literature with 884 papers followed by South Korea, Switzerland and Germany (10.42, 6.82 and 6.46%, respectively) while Switzerland was found to be the most productive country with the highest productivity score (33.15) followed by Austria, Denmark and Slovenia (12.36, 11.51 and 11.06, respectively). Kyung Hee University from South Korea was noted to be the leading institution with 112 publications. “Bee venom”, “allergy”, “immunotherapy” and “melittin” were found as the most used keywords. Conclusion: Wedetected that all the most contributor countries were developed in the classification of United Nations and we suggest that researchers from least developed and developing countries should be supported to perform novel bee venom studies.; Amaç: Apis mellifera tarafından üretilen arı zehri, biyoaktifpeptitler, enzimler ve biyojenik aminlerin bir karışımıdır. Bibliyometri, akademik literatürün belli bir alandaki değerlendirilmesinde yeni ve popüler bir istatistiksel yöntemdir. Bu çalışmada arı zehri literatürünü analiz etmeyi amaçladık ve Web of Science tarafından sağlanan dört veritabanını kullandık. Gereç ve Yöntem: 1975-2017 yılları arasında yayınlanan tüm dokümanlar WOS veritabanlarından alınmış ve analiz edilmiştir. Bulgular: Toplam 4117 makale bulundu. Belgelerin çoğu orijinal makalelerdi (%88,15) ve %87,37'si İngilizce idi. ABD literatürde 884 makale ile birinci sırada yer alırken ardından Güney Kore, İsviçre ve Almanya (sırasıyla %10,42, 6.82 ve %6,46) gelmekteydi. İsviçre en yüksek verimlilik puanına sahip en verimli ülkeydi (33,15), ardından Avusturya, Danimarka ve Slovenya geliyordu (sırasıyla 12,36, 11,51 ve 11,06). Güney Kore'den KyungHee Üniversitesi 112 yayını olan öncü kurum olarak kaydedildi. En çok kullanılan anahtar kelimeler “arı zehri”, “alerji”, “immünoterapi” ve “melittin” olarak bulundu. Sonuç: En fazla katkıda bulunan tüm ülkelerin Birleşmiş Milletler sınıflamasında gelişmiş ülkeler olduğunu tespit ettik ve az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden araştırmacıların yeni arı zehri çalışmaları için desteklenmelerini önerdik.
2019-01-01T00:00:00Z