Hemodiyaliz hastalarında dindarlık ve öznel iyi oluş (Doktora tezi)
Citation
Gencer, N. (2019). Hemodiyaliz hastalarında dindarlık ve öznel iyi oluş (Doktora tezi)Abstract
Kronik hastalıklar tıbbi girişimlerin sonuçsuz kaldığı, hastanın öz bakım ve sorumluluk düzeyini yükseltmek ve işlevselliğini artırmak için periyodik takip ve destek bakım gerektiren durumlardır. Kronik hastalıklardan birisi olan kronik böbrek yetmezliği de toplumda önemli yer tutan ciddi bir sağlık sorunudur. Sağlık hizmeti, bakım ve tedavi masrafları yönünden kişileri hızla fakirlik sınırının altına düşürebilmektedir. Bu hastalarda beden imajı değişikliği, yaşam tarzında bozulma, öz-güvende azalma, üzüntü, öfke, çaresizlik, sürekli ağlama, ümitsizlik, endişe, içe kapanma, aile ve iş yaşantısında rol kaybı, bağımlı olma endişesi, sosyal izolasyon ve ölüm korkusu gibi psiko-sosyal problemler ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle öznel iyi oluşun esasını oluşturan daha çok olumlu duygulanım, daha az olumsuz duygulanım ve yaşam doyumu hastalar için oldukça zor görülmektedir. Bu bağlamda söz konusu olumsuzluklarla baş etmede ve hastanın öznel iyi oluşunu artırmada dinin etkili bir arabulucu olarak işlev görebileceği varsayılmıştır. Bir alan araştırması olan bu doktora tezinin genel amacı da betimsel bir yaklaşımla sosyo-psikolojik metotlardan faydalanarak, hemodiyaliz tedavisi gören kronik böbrek yetmezlikli hastaların dindarlık ve öznel iyi oluş düzeylerini belirlemek ve dindarlık düzeyleri ile öznel iyi oluşları arasındaki ilişkiyi tespit etmeye çalışmaktır. Dinî başa çıkma yaklaşımlarının katılımcıların öznel iyi oluşlarına etkisine ilişkin bulguların psikolojik perspektiften yorumlanması da bu incelemenin amaçları arasındadır. Buna göre, konuyla ilgili yirmi üç hipotez geliştirilmiş ve araştırma sonucu ulaşılan bulgulardan hareketle söz konusu hipotezler test edilmiştir. Araştırmanın örneklemi T.C. Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi Çorum Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Çorum İlçe Diyaliz Ünitelerinde tedavi gören hastalardan tabakalı rastgele örnekleme yöntemiyle belirlenen 205 kişiden oluşmaktadır. Araştırmaya katılan hastaların % 54,1'i (111 kişi) erkek, % 45,9'u (94 kişi) da kadındır. Veri toplama aracı olarak araştırmanın kıstaslarına göre belirlediğimiz demografik özelliklerin bulunduğu "Kişisel Bilgi Formu", katılımcıların dindarlık ve öznel iyi oluş düzeylerini belirlemeye yönelik 5'li Likert tipi "Dindarlık Envanteri" ve "Öznel İyi Oluş Ölçeği" kullanılmıştır. Ayrıca araştırmaya katılan örneklem dağılımına uygun olarak ölçüt örnekleme yöntemiyle seçilen 20 kişilik grupla görüşmeler yapılmış, yapılan görüşmelerde katılımcılara önceden belirlenen sorular yöneltilerek cevapları kaydedilmiştir. Ses kayıtlarının deşifresinden elde edilen veriler veri setleri halinde tanzim ve tasnif edilmiş, daha sonra da NVivo 9.0 programı yardımıyla temalara ayrılmış ve yorumlanmıştır. Araştırmanın nicel verilerinin analizinde t-testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA), pearson momentler çarpımı korelâsyon analizi, basit doğrusal regresyon analizi gibi istatistiksel analiz teknikleri kullanılmıştır. Varyans analizi sonucunda elde edilen F değerinin anlamlı bulunduğu durumlarda farkların kaynağını saptayabilmek amacıyla varyansların homojen olduğu gruplarda Scheffe ve LSD testi, varyansların homojen olmadığı gruplarda da Tamhane's T2 testi kullanılmıştır. Araştırmada hata payı üst sınırı en az 0.05 olarak alınmıştır. Çalışmada nitel ölçüm yoluyla elde edilen bulgular yer yer nicel ölçüm araçlarıyla elde edilen verilerin yorumlanmasında kullanılmıştır. Araştırma sonucunda demografik değişkenler ile dindarlık, demografik değişkenler ile öznel iyi oluş arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık ve ilişkilerin olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, her iki yöntemle elde edilen bulgulara göre; katılımcıların dindarlık düzeyi ile öznel iyi oluş düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişkinin bulunduğu ve dindarlığın öznel iyi oluştaki varyansın % 31,9'unu açıkladığı saptanmıştır. Bulgular dindarlığın öznel iyi oluşun anlamlı ve önemli bir yordayıcısı olduğunu göstermiştir. Olumlu dinî başa çıkma yöntemlerinin örneklem tarafından sıklıkla kullanıldığı ve dinî motifli olumlu başa çıkma yaklaşımlarının hastanın öznel iyi oluşu üzerinde pozitif yönlü katkısının olduğu da araştırmanın bulguları arasındadır. Chronic illnesses are situations in which medical interventions are inconclusive and require periodic monitoring and support care to increase the level of self-care and responsibility of the patient and to improve his functionality. Chronic renal failure, which is one of the chronic diseases, is a serious health problem having an important place in society. It can quickly lower people below the poverty line in terms of health care, care and treatment costs. Psychosocial problems such as body image changes, life-style distortion, reduction in self-confidence, sadness, anger, helplessness, constant crying, despair, anxiety, social withdrawal, loss of role in family and work life, fear of becoming dependent, social isolation and fear of death may occur with these patients. Therefore, the more positive affect, the less negative affect and the life satisfaction, which form the basis of subjective well-being, appear to be very difficult for the patients. In this context, it has been assumed that religion can function as an effective mediator in coping with these negativities and increasing patient subjective well-being. The general purpose of this doctoral dissertation, which is a field research, is to determine the religiousness and subjective well-being levels of patients with chronic renal failure, who are receiving haemodialysis treatment with a descriptive approach and by using socio-psychological methods and try to determine the relation between religiosity and subjective well-being. Interpretation of findings of the effects of religious coping approaches on subjective well-being of participants from a psychological point of view is also among the aims of the study. Accordingly, twenty-three hypotheses related to the topic have been developed and the hypotheses have been tested according to the result of the findings. The sample of the research consists of 205 individuals who were determined by stratified random sampling method from the patients treated in T.R. Ministry of Health, Hitit University Çorum Erol Olçok Training and Research Hospital and Çorum District Dialysis Units. Of the patients participating in the study, 54.1% (111 persons) are males and 45.9% (94 persons) are females. 5 Likert-type "Religiosity Inventory" and "Subjective Well-Being Scale" were used to determine participants' religiosity and subjective well-being as well as "Personal Information Form", which contains demographic characteristics determined according to the criteria of the study as data collection tools. In addition, interviews were made with a group of 20 people selected by criterion sampling method in accordance with the sample distribution participated in the survey. In the interviews, the participants were asked to answer the pre-determined questions and their answers were recorded. The data from deciphering of the voice recordings were arranged and classified as data sets, and then the themes were separated and interpreted with the help of the NVivo 9.0 program. Statistical analysis techniques such as t-test, one way variance analysis (ANOVA), Pearson Moments Correlation Analysis, Simple Linear Regression Analysis were used in the analysis of quantitative data of the study. Scheffe and LSD tests were used in the groups with homogeneous variances and Tamhane's T2 test was used in the groups in which the variances were not homogeneous in order to determine the source of the differences in the cases where the F value obtained was significant as a result of the analysis of variance. The maximum margin of error in the research was taken as at least 0.05. Findings obtained through qualitative measurement in the study were sometimes used to interpret the data obtained by means of quantitative measurement. As a result of the research, significant differences and relationships between demographic variables and religiosity, demographic variables and subjective well-being have been determined statistically. Moreover, according to the findings by both methods; it has been found that there is a statistically significant relationship between the levels of religiousness and subjective well-being of the participants and that religiosity accounts for 31.9% of subjective well-being variance. These findings have shown that religiosity is a significant and important predictor of subjective well-being. The findings of the research also reveal that positive religious coping methods are frequently used by the sample and religious motivated positive coping approaches have positive contribution on subjective well-being of the patient.