Yazar "Selen, Filiz" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 10 / 10
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe Cinsiyet ve yaş farklılıklarının ergenlerin depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, travma sonrası stres bozukluğu, alkol-uyuşturucu bağımlılığı ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili sorunlara etkisi(Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) Özakar Akça, Selen; Selen, Filiz; Demir, Emre; Demir, TahirAmaç: Bu çalışma ile ergenlerin cinsiyet ve yaşlarına göre depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, travma sonrası stres bozukluğu, alkol uyuşturucu bağımlılığı ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili sorunlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntemler: Araştırma tanımlayıcı olarak, 2014-2015, 2015- 2016 öğretim yılında Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı liselerdeki 15-18 yaş grubu öğrencilerde gerçekleştirilmiştir. Araştırma da toplam 917 ergen örnekleme alınmıştır. Veriler, Ergenleri Tanıtıcı Form, Ergenler İçin Ruhsal Sorunlar Tarama Ölçeği kullanılarak toplanmış ve uygun istatistiksel analizlerle değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 386’sı kız, 531’i erkek, toplam 917 ergen katılmış, bunların yaş ortalaması 15,82±1,09 yıldır. Örneklem grubundaki öğrencilerin Ergenler İçin Ruhsal Sorunlar Tarama Ölçeği ortalamasına göre; %77,1’inin depresyon, %75,0’inin anksiyete bozukluğu, %65,3’ünün psikoz, %96,5’inin dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili sorunlarının olabileceği belirlenmiştir. Öğrencilerin Ergenler İçin Ruhsal Sorunlar Tarama Ölçeği ortalamalarına göre; depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, travma sonrası stres bozukluğu, alkol-uyuşturucu bağımlılığı ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili sorunlarının cinsiyete göre dağılımına ilişkin sonuçlar incelendiğinde; örneklem grubundaki kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre depresyon ve anksiyete bozukluğu ile ilişkili sorunlarının, erkek öğrencilerin de kız öğrencilere göre psikoz, alkol bağımlılığı ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ile ilişkili sorunlarının yüksek olduğu belirlendi. Sonuç: Ergenlerin ilk üç sırada dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, depresyon ve anksiyete bozukluğu ile ilişkili sorunlarının yüksek olduğu düşünülürse; çocuk ergen ruh sağlığı alanında ulusal politikalar oluşturmanın temel bileşenlerinden birisi bu yaş grubunda ruhsal bozuklukların belirlenmesidirÖğe Erkek ergenlerde riskli davranışlar: Bir lise örneği(Gulhane Military Medical Academy, 2016) Özakar Akça, Selen; Selen, FilizAmaç: Dünya Sağlık Örgütü “10-19 yaş grubunu” ergenlik dönemi olarak tanımlamaktadır ve bu dönemde özellikle 16-18 yaş arasında riskli davranışlar daha sık görülmektedir. Sunulan bu çalışmayla; 16-18 yaş grubu lise öğrencilerinin riskli davranışları belirlenerek yapılması planlanan eğitim ve izlem programına temel oluşturması amaçlanmıştır. Yöntem: Kesitsel tipteki bu araştırma Çorum Endüstri Meslek Lisesi’nde gerçekleştirilmiştir. Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş, çalışmanın yapıldığı tarihler arasında (Eylül-Aralık 2014) öğrenim gören ve araştırmaya katılmaya gönüllü 16-18 yaş grubu ergenler (n=790) araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak Kişisel Tanıtıcı Form (KTF) ve Ergenlerde Risk Alma Ölçeği (ERAÖ) kullanılmıştır. Veriler uygun istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamına alınan ergenlerin yaş ortalamaları 17,3 ± 0,2 yıl olup, tamamı erkektir. ERAÖ değerlendirmesine göre; ergenlerin %48,5’inin riskli grupta olduğu, ailede ve arkadaşları arasında sigara içenler oldukça risk alma puanlarının arttığı görülmüştür. Ergenlerin yaş, ailede ve arkadaşlarında sigara içme durumu ile ERAÖ puan ortanca düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu görülmüştür (p<0.05). Sonuç: Uygulanan ERAÖ değerlendirmesine göre ergenlerin risk alma puanlarının ürkütücü boyutta yüksek olduğu belirlenmiştir. Ergenlere riskli davranışlardan korunmaya yönelik verilen geleneksel-klasik eğitimlerin etkisiz olduğu ortaya çıkmakta, ergenlerin riskli davranışlarını ortadan kaldırmak için alternatif yolların ortaya konulmasının önemi gündeme gelmektedir.Öğe Hemşirelerin human papilloma virüs (HPV) enfeksiyonu ve HPV aşısı hakkındaki bilgi düzeyleri: Eğitim ve Araştırma Hastanesi örneği(Koç Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Semahat Arsel Hemşirelik Eğitim ve Araştırma Merkezi, 2016) Özakar Akça, Selen; Selen, Filiz; Büyükgönenç, Lale AyşegülGiriş ve Amaç: Ülkemizdeki ilk cinsel ilişki yaşının giderek düşmesi, birden çok cinsel eş ve cinsel yolla bulaşan hastalık riskinin ergenlerde giderek artması serviks kanserinin önlenmesinde birincil korunmayı önemli kılmaktadır. HPV enfeksiyonu ile ilgili birincil korunmayı yapacak olanların sağlık personelleri olduğu düşünülürse; sunulan bu çalışmayla hemşirelerin HPV enfeksiyonu ve aşıları ile ilgili bilgileri belirlenerek HPV enfeksiyonu ve aşıları ile ilgili yapılması planlanan eğitim programına temel oluşturması amaçlanmıştır.Yöntem ve Gereçler: Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş olup (N=365), çalışmanın yapıldığı tarihlerde görev yapan tüm hemşireler çalışmanın örneklemini (n=222) oluşturmuştur. Veriler Veri Toplama Formu kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde uygun istatistiksel yöntemler kullanılmış ve p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmada örneklem grubunun %61.7'sinin HPV enfeksiyonu ve HPV aşısı konusunda eğitim almadıkları, %33.8'inin HPV enfeksiyonu ve HPV aşısı kavramlarıyla hiç karşılaşmadıkları, %20.3'ünün bu kavramla okulda karşılaştıkları görülmektedir. HPV enfeksiyonu ve HPV aşısı konusundaki önermelere doğru yanıt veren hemşirelerin bilgi düzeylerinin farklı olduğu ve bu oranın %11.3 ile %89.2 arasında değiştiği belirlenmiştir. Tartışma ve Sonuç: Elde edilen verilere dayanarak hemşirelerin önemli bir kısmının HPV enfeksiyonu ve HPV aşısı konusunda yeterli eğitim almadıkları belirlenmiş olduğundan, hemşirelere verilecek eğitim programları planlanmalı, bu eğitimler ile hemşirelere bireylerin ve toplumun gereksinimlerini karşılayacak sağlığı koruma ve geliştirme davranışları öğretilmelidir.Öğe Hemşirelik bölümü öğrencilerinin zaman yönetimi becerileri ve yaşam doyumlarının belirlenmesi(Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2017) Uysal, Neşe; Sözeri, Elif; Selen, Filiz; Bostanoğlu, HaticeAmaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin zaman yönetimi becerilerini, yaşam doyumlarını belirlenmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır Yöntem: Araştırmanın evrenini 260 Hemşirelik Bölümü öğrencisi oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında tanıtıcı özellikler anket formu, Zaman Yönetimi Ölçeği ve Yaşam Doyumu Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirmesinde, yüzdelik ölçüleri, Kruskal Wallis, Mann-Whitney Testi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için etik izin ve öğrencilerden sözel onam alınmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaşam doyumu ortalama puanları 20.48±6.43'tür. Zaman yönetimi alt boyutları ortalama puanları; zaman planlaması (48.07±10.09), zaman tutumları (19.82±3.27), zaman harcattırıcılar (10.78±2.79) ve toplam ortalama puan 78.82±1.17'dir. Çekirdek ailede yaşayan öğrencilerin yaşam doyumu ortalama puanları daha yüksektir. Zaman harcatıcılar ile cinsiyet, sosyal faaliyetlerin varlığı, öğrencilerin sınıf düzeyi ve kaldığı yer arasında ilişki bulunmuştur (p<=0.05). Yaşam doyumu ortalama puanları ile zaman harcatıcılar ve toplam zaman yönetimi ortalama puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunduğu belirlenmiştir (p<=0.01). Sonuç: Çalışma sonucunda, hemşirelik bölümü öğrencilerinin yaşam doyumu ve zaman yönetim becerilerinin artı- rılmasına yönelik eğitimler planlanması önerilir.Öğe Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan bireylerin primer bakım vericilerinin gereksinimleri, bakım verme yükü ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi(2014) Selen, Filiz; Kav, SultanAmaç: Bu çalışma Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) olan bireylerin primer bakım vericilerinin gereksinimleri, bakım verme yükü ve etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikteki araştırma Ankara’daki iki üniversite hastanesi ve bir devlet hastanesinde yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini 1 Ocak 2008- 31 Mayıs 2008 tarihleri arasında ulaşılabilen 18 yaşından büyük, çalışmaya katılmaya istekli 245 primer bakım verici birey oluşturmuştur. Veriler, hasta ve bakım vericiler için ayrı hazırlanan anket formu ve Bakım Verme Yükü Ölçeği (Burden Interview) ile elde edilmiş olup, tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra korelasyon, Mann-Whitney U testi ve Bonferroni düzeltmeli Kruskall- Wallis H testi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: KOAH’lı hasta bireylerin yaş ortalaması 67.05 ± 9.8 (Dağılım aralığı= 47-89 yaş), primer bakım vericilerin yaş ortalaması 53.94 ± 9.3 yıl (Dağılım aralığı= 32-69 yaş) arasında dağılım göstermiştir. Bakım vericilerin %88.6’sının kadın, %47.7’sinin ev hanımı, %46.1’inin ortaokul mezunu ve %57.6’sının hastanın karısı olduğu belirlenmiştir. Hastaların ortalama 7 yıldır KOAH tanısı ile izlendiği ve tamamına yakınının evde oksijen tedavisi aldığı (%98.8); ancak bakım vericilerin %59.1’inin oksijen tedavisine ilişkin eğitim almadığı belirlenmiştir. Bakım vericilerin Bakım Verme Yükü Ölçeği’ne göre puan ortalaması 50.2 ± 8.7 olarak elde edilmiş olup yaş ilerledikçe puanlarının azaldığı (p<0.001; r= -0.352) belirlenmiştir. Bakım vericiler arasında kadın ve eğitim düzeyi düşük olanlarda bakım verme yükü ölçeğinden elde edilen puanların anlamlı derecede yüksek olduğu (p<0.05) saptanmıştır. Ayrıca hastalık ve evde oksijen tedavisi hakkında bilgi almayan bakım vericilerde bakım verme yükü puanlarının yüksek olduğu görülmüştür (p<0.05). Sonuç: KOAH’lı hastaların bakımını yürütürken bakım vericilerin bakım yükünün arttığı görülmüştür. Primer bakım vericilerin yaşayabilecekleri güçlüklerin farkında olunması, gereksinim duydukları hemşirelik bakımının sağlanması gerekmektedir.Öğe Nursing Students' Critical Thinking Levels(Future Acad, 2015) Özakar Akça, Selen; Selen, FilizIntroduction: Critical thinking is the key element of nursing practice, because critical thinking constitutes the base of developing accurate communication. As critical thinking is influencing patient care potentially, it is very important. With this study it was aimed to determine the critical thinking levels of nursing students. Methods: This study was planned to be conducted as analytical descriptive type in Corum/Turkey in the year 2014. Sample of the study (n=298) consisted of all students visiting the Health High School. The data in the study was collected by using Student Descriptive Characteristics Inventory Form and California Critical Thinking Dispositions Inventory (CCTDI). For the statistical analyze during the assessment of obtained findings from the study, the SPSS 15.0 program was used. Significance was evaluated in p<0.05 level. Findings: Nursing students' critical thinking point averages (208.7987 +/- 19.90634) were found low. Whereas students' CCTDI sub-scale point averages regarding analyticity and open-mindedness are medium, it was determined that searching for the truth, systematicity, self-confidence and curiosity sub-scale point averages are low. In the study was detected that family structure and maternal education level have an impact on students' critical thinking level and this difference was found statistically significant (p<0.05). According to CCTDI students' critical thinking level was determined to be low. Conclusion: It is recommended to use educational methods intending to increase students' critical level during nursing education, to encourage students to read books-magazines and newspapers, to perform intervention studies that evaluate the effects of different interventions in order to provide students with critical thinking skills. (C) 2015 Published by Future Academy www.FutureAcademy.org.ukÖğe Organ Donation in Terms of Social, Educational, Religious Perception of University Students: Corum/Turkey(Future Acad, 2015) Selen, Filiz; Özakar Akça, SelenIntroduction: With this study it was aimed to determine the perception of university students regarding organ donation in terms of sociality, education and religion and to make recommendations according to these results and to create the basis for the planned training program regarding this issue. Methods: This study was planned to carry out the study as descriptive and cross-sectional type in Corum/Turkey. No sample selection was made in the study (N=345). Students visiting the university between the dates (15.11.2014-15.01.2015) and wanted to participate as volunteers (n=313) have constituted the sample of the study. Prior to starting the study, the permissions have been obtained. For the statistical analyze during the assessment of obtained findings from the study, the SPSS 15.0 program was used. Significance was evaluated in p<0.05 level. Findings: Analyzing the relationship between students' social, educational and religious perception of organ donation and their thoughts about organ donation There should be impeding conditions for organ donation in terms of religion. (p<0.01), and the thoughts of students regarding organ donation there is a statistically significant relationship. Conclusion: Young people have an insufficient perception of organ donation in terms of social and educational aspects, whereas they have a sufficient religious perception. Prejudices that cause negative thoughts should be eliminated. Systematic organizations regarding organ transplantation and donation should be carried out and it should be provided that the students take responsibility in this field. (C) 2015 Published by Future Academy www.FutureAcademy.org.ukÖğe Sleep quality and perceived selfmanagement in patients with diabetic foot ulcers: Corum/Turkey(Hitit Üniversitesi, 2018) Selen, Filiz; Polat, ÜlküThis study was conducted in order to evaluate sleep quality and perception of diabetes self-management in Turkish patients with diabetic foot ulcers (DFU). This study was conducted as a descriptive and cross-sectional study in patients with diabetic foot ulcers. This study was conducted with 61 people in the Diabetic Foot Clinic of the university hospital in Çorum. Patient Introduction Form, Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI) and Perceived Diabetes SelfManagement Scale (PDSMS) were used as data collection tools. Of the patients included, 82% had a PSQI score 5? and the sleep quality was found to be poor. The mean PSQI score was significantly higher and poorer in smokers and those with other diseases/comorbidities (p<0.05). The mean PDSMS score of the patients was found as 22.75 ± 2.03. The mean PDSMS score was found to be statistically significantly higher in patienst with longer duration of diabetes than in patients with shorter duration of diabetes (p<0.05). The poor sleep quality of individuals with diabetic foot ulcers leads to the failure of diabetes management. It is therefore important that health professionals focus on determining the conditions that affect sleep quality in patients with diabetic foot problems.Öğe TYPE 2 DIABETES RISK EVALUATION IN ADULTS: A POPULATION-BASED STUDY(Carbone Editore, 2019) Selen, FilizIntroduction: The fact that diabetes has become one of the emergency states of the century and the future, makes primary protection important in the prevention of diabetes. In this important case, it is considered that it is important for nurses to participate in chronic disease screening in primary prevention. With this study, it was aimed to determine the diabetes risk status of the individuals living in Corum/Turkey and to establish a basis for the precautions to be taken in the primary prevention of diabetes prevention. Materials and methods: This study was descriptive, cross-sectional. The sample of this study consisted of 1020 adults who are over 18 years of age who has not diabetes and volunteered to participate in the study. Individual Recognition Form and Finnish Diabetes Risk Score (FINDRISC) were used as data collection tools. Results: According to the obtained FINDRISC scores of participating individuals; it was determined that mean score of risk of developing diabetes within ten years was 10.54 +/- 6.204 (min- maks=0-26) and participants had 24.9% had high-very high risk. The mean FINDRISC score was found to be higher in female, aged over 64, married, low educated, unemployed, living with children, poor income and participants who quitted smoking and alcohol (p<0.05). It was analyzed that the comparison between participants' blood pressure values and the risk status of FINDRISC had a statistically significant relationship (p<0.05). Participants were found to have a significant positive correlation between FINDRISC total risk scores and systolic (r = 0.349, p = 0.000) and diastolic (r = 0.255, p = 0.000) blood pressure levels. Conclusion: Approximately one in eleven adults who participated in the study had very high risk of developing diabetes. In order to minimize the risk of developing diabetes, training programs to improve public health should be planned and screening studies should be increased.Öğe Üniversite öğrencilerinin öğün atlamaları ve günlük fiziksel aktivitelerinin beden kütle indeksi (BKI) üzerine etkisi(Gulhane Military Medical Academy, 2015) Özakar Akça, Selen; Selen, FilizAmaç: Yetişkinliğe geçiş dönemi olarak bilinen 18-24 yaş grubu gençlerin üniversite öğrencileri oldukları düşünülürse, onların doğru beslenme alışkanlıklarına sahip olması kendi sağlıkları nedeniyle toplumsal önem taşımaktadır. Sunulan bu çalışmayla; üniversite öğrencilerinin beslenme alışkanlıkları ve günlük fiziksel aktivite durumlarının obeziteye etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel tipteki bu araştırma Hitit Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu’nda gerçekleştirilmiştir. Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş, çalışmanın yapıldığı tarihler arasında (10-21.03.2014) öğrenim gören ve araştırmaya katılmaya gönüllü (n=197) öğrenciler araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak soru formu kullanılmıştır. Veriler uygun istatistiksel yöntemlerle değerlendirilmiştir. p<0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %73,1’i kız, %26,9’u erkektir. Kız öğrencilerin fazla kilolu ve obez olma sıklıkları (%16) erkek öğrencilerin sıklıklarından (%17) düşük olup, öğrencilerin BKİ ortalaması 22,595±3,57’dir. Çalışmaya katılan öğrencilerin %13,7’si zayıf, %8,5’i obezdir. Çalışmaya katılan öğrencilerin %68’inin öğün atladığı, %28,9’unun günde 1-2 öğün yemek yediği görülmüştür. Öğrencilerin öğün atlama durumlarının BKİ sınıflandırmasına göre istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0,05). Öğrencilerin %90,7’sinin haftada ?2 saat/hafta spor yaptığı saptanmıştır. Sonuç: Her üç üniversite öğrencisinden birinin fazla kilolu/obez olduğu, büyük çoğunluğunun düzenli beslenme ve spor yapma alışkanlıklarının olmadığı düşünülürse okullarda yapılacak BKİ taramalarının ve beslenme alışkanlıkları ile ilgili eğitimlerin önemi gündeme gelmektedir.