Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Middle Chalcolithic expansion into the highlands of the north-central Taurus, south-western Cappadocia(Cambridge University Press, 2019) Hacar, Abdullah; Tektaş, Murat; Egeci, Hadiye Simge; Johnson, MichaelSince 2017, a survey has been underway in the north-central Taurus Mountains in southwestern Cappadocia. The project aims to collect data that will enable analysis of the cultural developments and transformations of the region from the Neolithic to the end of the Early Bronze Age. Our initial evaluation of Middle Chalcolithic material, which is the subject of this article, began with a re-evaluation of finds obtained by Aslıhan Yener between 1987 and 1996 during a survey of the north-central Taurus (Yener 2000). At the lowest levels excavated inside Kestel Mine, and among the surface materials of the two settlements close to Kestel Mine (Çardacık-Karatepeler and Mahmatlı-Boztepe), Middle Chalcolithic finds were identified that are much more common in the western Cappadocian plateau. This raised several questions for further investigation. Primarily, what does identification of western Cappadocian Middle Chalcolithic cultural materials in the highlands of the north-central Taurus reveal about the cultural relationship between the two regions? Could this relationship be related to mining? And is there a possibility that mining activities began in the central Taurus during the Middle Chalcolithic period? In light of evidence for extractive metallurgy at the nearby sites of Köskhöyük (level I) and Mersin-Yumuktepe (level XVI) during the Middle ? Chalcolithic, this possibility deserves serious consideration (Yalçın 2000; Öztan 2002).Öğe Kalkolitik Dönemde Yukarı Dicle Vadisi’nde ölü gömme gelenekleri(Hitit Üniversitesi, 2018) Kalkan, EmrullahYukarı Dicle Vadisi, 1900 km uzunluğu ile tüm Mezopotamya boyunca akan Dicle Nehri’nin Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi içerisinde oluşturduğu vadilerden biridir. Ülkemizde bir kalkınma projesi olarak Ilısu Barajı’nın inşasının gündeme gelmesi ile arkeolojik açıdan son 30 yıldır araştırılmaya başlanan vadideki arkeolojik merkezlerin Kalkolitik Döneme ait materyal kültürlerinin bir bölümünü de ölü gömme gelenekleri oluşturmaktadır. Bu geleneğin en karakteristik özelliği vadinin yerel Kalkolitik kültürüne ait olmasının bir getirisi olarak yapıların temelleri ve tabanları altına gömülen urne türü kapların içerisine defnedilen bebek iskeletleridir. Bu ve diğer Kalkolitik materyal kültür geleneği araştırmacılar için vadideki Kalkolitik dönem karakteristiği, kronoloji ve terminoloji problemleri konusunda önemli bilgiler vermektedir.Öğe Bilim ve önyargılar: Prehistorik insana bakışlar(Hitit Üniversitesi, 2018) Jean, Eric LucÖnyargı etimolojik olarak, bir kişi ya da bir şey hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan bir değer yargısı geliştirmek ya da taşımak anlamına gelir. Prehistorya terimi doğrudan doğruya kendisi bir önyargıdan kaynaklanır; tarihin yazıyla başladığını ifade eden ve prehistorik araştırmaların başlangıçta nasıl, öncelikle bir Avrupa, daha sonrasında Batı meselesi olduğunu gösteren bir önyargı. Dolayısıyla prehistorik insan hakkındaki peşin hükümler, Avrupa’da bilimlerin gelişiminden ve Avrupalı toplumların tarihinden ayrı düşünülemez. Irkçı, çizgisel ve ilerlemeci insanlık tarihi kavrayışı 19. yüzyılda, Avrupalının, ardından Batılının, sömürgeleştirdiği ve bazen de medenileştirmeyi arzuladığı yaban ya da yerli karşısındaki üstünlük duygusunu yansıtıyordu. Yaban olarak nitelendirilmiş olan insanlar, insan-dışı veya gayri medeni olarak algılanmışlardı. Bu algı kimilerinde 19. yüzyıl ortalarına kadar, kimilerindeyse 20. yüzyıl ortalarına kadar süregelmiş ve prehistorik insan algısının temelinde yattığı ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, başlıca stereotipler prehistorik insanı bir mağara adamı, bir tür “maymun-insan” olarak özetler. Diğer bir stereotip, prehistorik insan temsillerine cinsiyetçi bir nitelik kazandıran, erkeklere ve kadınlara atfedilen toplumsal rollerdir. Cinsiyetlerin hiyerarşiye göre sınıflandırılmasına, “ırk”ların aynı şekilde sınıflandırılması da eklenir, bu da özellikle Neandertal insanla ilgiliydi ve hâlâ da ilgilidir. 19. yüzyılda, prehistorik insanın ya da daha doğrusu onun hakkında edinilmiş olan fikrin çizimi, oyması, resmi, heykeli yapıldı ve hikayesi anlatıldı, fakat karikatürize bir şekilde. O zaman ki hâkim bilimsel düşünceye paralel olarak gerçekleştirilen söz konusu plastik ve edebi temsiller, prehistorik insanı insanlığın doğrusal gelişimci vizyonu içine yerleştiriyordu. Prehistorik, öncelikle de Paleolitik insana dair başlıca önyargıları gözden geçirdikten sonra ve prehistoryacıların bugünkü bakışlarına dikkat çekmeden önce, bu önyargıların inşasını ve yapısökümünü tarihsel olarak inceleyeceğiz.Öğe Antik Dönemde artı ürün depolama kavramı ve depolama kapları(Hitit Üniversitesi, 2018) Sezgin, KudretBu makalede depolama kavramı ve uygulama işlemi ana hatlarıyla ele alınmış ve bu bağlamda depolama kapları iki ana yönüyle irdelenmiştir. Öncelikle pithos kaplarının morfolojik, dekoratif ve teknik özellikleri incelenmiştir. Bu kapsamda zamansal ayrım yapılmadan arkeolojik ve etnoarkeolojik veriler yardımıyla genel hatlarıyla üretim teknikleri ele alınmıştır. Diğer yönü ise ele geçtikleri arkeolojik bağlam çerçevesinde antik dönem ekonomisindeki rolleri ve işlevsel nitelikleri değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, en önemli arkeolojik materyallerden olan seramik çalışmalarında ikinci planda kalan depolama kapları, arkeometrik yöntemlerle incelendiğinde üretim ve dağıtım ağları hakkında sağlam sonuçlar sunacakları gibi basit yerel topluluklardan kompleks merkezi topluluklara kadar ekonomik-politik yapıları ve gelişimlerinin anlaşılmasında odak noktası olabileceği vurgulanmıştır.Öğe Oylum Höyük’te dagan kültü?(Hitit Üniversitesi, 2017) Ensert, Hatice Kübra(OY10 Env. 065 Kazı Env. No.lu) krem renkli bir taş ( kireçtaşı?) silindir mühür (Res.1, Çiz. 1), Oylum Höyük’te 2010 kazı sezonunda L22 Açması ÖBY 102’den açığa çıkmıştır. Mührün yüksekliği 1. 9 cm., çapı 1 cm ve delik çapı 0.3 cm.dir. Bu mühür Suriyeli-Anadolulu Linear-Kursiv grubuna aittir. Bu grup mühürlerin daha erken Suriyeli mühürlerle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Söz konusu silindir mühürler bir bölgede/atölyede üretilmiş gibi görünmektedir. Kuzeyde Anadolu’dan güneyde Filistin’e, batıda Kıbrıs’a kadar geniş bir bölgeye yayılmıştır. Bu silindir mühürlerin ana konusu, belirli fiziksel ve giysi tarzları olan ve bir elini kaldırmış, semboller, çeşitli hayvanlar, bitkiler, altarlarla münavebeli olarak düzenlenmiş olan figürlerdir. Sahnenin alt ve üst kenarını düz bir hat belirler. Oylum mühründe ve diğerlerindeki başak tasvirleri Batı Sami’nin hububat tanrısı Dagan ile ilgili olabilir. Oylum Höyük silindir mührü, M. Ö. 19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 18. Yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilebilir.Öğe Khalkeritis ve Tokul Şapel iskeletlerinin travma analizleri(Hitit Üniversitesi, 2015) Çırak, Asuman; Arıhan Karaöz, Seda; Erkman, Ahmet Cem; Acar, EmelGeçmişten günümüze iskeleti en yaygın biçimde etkileyen patolojik rahatsızlıkların başında gelen travma olgusu ekolojik ortam, sosyo-ekonomik yaşam, siyasi ve sosyal hareketlilikten etkilenmektedir. Bu çalışmada Geç Bizans Dönemine tarihlendirilen, Khalkeritis (Giresun Adası) ve Tokul (Kütahya) şapel kazılarından ele geçen iskeletlerin travmaları incelenmiştir. Khalkeritis Kilise toplumunda 1 bireye ait kafatası travması, 7 bireye ait gövde travması olmak üzere toplam 8 bireyde (% 4,65), Tokul Köyü Kilise topluluğunda 5 bireyde kafatası travması, 6 bireyde gövde travması olmak üzere toplam 11 bireyde (% 22,44) yaralanma olgusuna rastlanmıştır. Her iki toplumda da travmalar ölüme sebep olmamıştır. Balıkçılıkla geçimini sağlayan Khalkeritis ada toplumunda ve tarımla geçimini sağlayan Tokul toplumunda günlük işler sırasında meydana gelen kazalar sebebiyle travmaların oluştuğu söylenebilir. Yine her iki toplumda travmalar için tedavi yapıldığı ancak tedavilerin yetersiz düzeyde olduğu söylenebilir.Öğe Hellenistic wine press in Burgaz/Old Knidos(Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 2014) Koparal, Elif; Tuna, Numan; İplikçi, A. ErtanWine has always been an essential commodity for the entire Mediterranean basin all through the antiquity. The convenient climate for viniculture led to the expanded production of wine as a trade commodity and also triggered the economic development for Greek city-states during the Late Classical and Hellenistic periods in particular. Despite the fact that wine production dated back to at least 3rd millennium BC (Forbes, 1955, 139) there was a dramatic expansion in organized wine production as a trade commodity during the Hellenistic period on the basis of evidence related to discovered wine-press installations, amphora workshops and distribution of trade amphorae in the Mediterranean basin (Şenol, 2010).Öğe Hitit kanunlarında hayvanlarla ilgili maddeler üzerine bir değerlendirme(Ekonomik Yaklaşım Derneği, 2012) Sir Gavaz, ÖzlemBoğazköy arşivinde bulunan Hitit Kanun metinleri, Hitit toplumsal, siyasi ve iktisadi yapısını anlamamızda önemli bilgiler vermektedir. Hitit Devlet ekonomisinin temel dayanaklarından biri olan hayvancılık, kanunlarda çeşitli hayvanların yaralanması, damgalarının silinerek hayvanların alıkonması, başka sürülere karışan küçükbaş ve büyük baş hayvanların sahiplerine geri verilmesi, düşük yapılması, kiralanması, hayvanların başka bir arazide ölümü gibi ilginç maddelerle karşımıza çıkmaktadır. Çalışmamızda hayvanlarla ilgili maddeleri gözden geçirip, hangi hayvanların ne şekilde kanun maddelerinde yer aldığını sınıflandırmaya çalışacağız. Ayrıca Hitit yasalarında özellikle önem taşıyan evcil hayvanların mülkiyeti ve bu konudaki cezai yaptırımlar hakkında da bir değerlendirmede bulunacağız.Öğe M.Ö. 14. yüzyılda Hitit vassali Ugarit, Mısır ve Doğu Akdeniz(Arkeoloji Sanat Yayınları, 2012) Sir Gavaz, ÖzlemM.Ö. 14. Yy’ da Hitit, Babil, Asur, Mitanni, Suriye-Filistin, Mısır ve Kıbrıs çemberinde yoğun bir ticaret ağının varlığı günümüze kadar ulaşan metinlerden bilinmektedir. Kuzey Suriye’ nin en önemli liman kentlerinden biri olan Ugarit kentinin Hitit vassali olmasıyla Doğu Akdeniz Bölgesi’nde bulunan ticaret yollarının Hitit hâkimiyetine girmesi kolaylaşacak ve Hititler bölgede söz sahibi olacaklardı. I. Suppiluliuma nın izlediği akılcı dış politika sayesinde yapılan antlaşma sonucu Ugarit, Hitit hakimiyetine geç- miş, böylece Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki ticari çıkarlar Hititler lehine gelişmiştir. Tahmin edilebileceği gibi Ugarit gibi hassas bir konu, bu çalışmada üzerinde duracağımız hususlar da dâhil olmak üzere haddinden çok daha fazla incelenmiş ve çok farklı görüşler beyan edilmiştir. Bizim burada amacımız, aşağıdaki sorulara cevap bulmaya çalışmak olacaktır: Neden daha önceleri Ebla ve M.Ö. 2. binyılın başlarında Mari kenti, Mezopotamya, Suriye ve Filistin’le ticari ilişkileri düzenleyen birer ticari merkez konumundayken, nasıl olmuştur da Ugarit bölgenin en gözde ticaret merkezi olmuş- tur. Ugarit in bu yükselişinde Hitit Kralı I. Suppiluliuma’nın payı nedir? Ya da Ugarit, Hitit Devleti ile bağlarını güçlendirirken Mısır böyle bir müttefikini kaybetmeye nasıl göz yummuştur? Hitit Devleti’nin I. Suppiluliuma zamanında Ugarit üzerinde izlediği strateji, daha sonra tahta geçen Hitit kralları dönemlerinde de süreklilik arz edebilmiş midir? Bu ve benzeri sorulara mantıklı yanıt ararken, elbette şimdiye dek pek incelenmeyen noktaları aydınlatmaya çalışacak, bazı yeni olasılıkları öne süreceğiz.Öğe MÖ 2. bin yıl bazı gelenek ve halk motiflerinin günümüze yansıyan örnekleri(Türkiye Bilimler Akademisi, 2016) Sir Gavaz, ÖzlemGünümüzde hala uygulama alanı bulan birçok halk inanışında, Anadolu'nun binlerce yıllık zengin geçmişine ait izlere rastlamaktayız. Birçok etnik ve folkloristik unsuru bünyesinde barındıran Anadolu, bu özelliği ile ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir coğrafyadan ziyade kucaklayıcı yapısı ile farklı kültürlerin kaynaşıp geliştiği ve iç içe geçtiği bir yer olmuş ve ev sahipliği yaptığı bütün kültürlerin özlerinin kaybolmadan gelişimine olanak tanımıştır. MÖ 3. Bin yılda Yukarı Kızılırmak kavsi içinde yüksek bir medeniyet kurmuş olan Hattiler'e ait krali mezar gömütleri sayesinde dönemin maden teknolojisi ve sosyal yaşamı hakkında bilgi edinebiliyoruz. Bu mezarlar aynı zamanda dönemin dinsel hayatı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. MÖ 2. Bin yılın başlarından itibaren yavaş yavaş Hattiler'in bulunduğu coğrafyaya yerleşmeye başlayan, Hint-Avrupalı bir kavim olan, Hititler zamanla bu bölgede üstünlük kurarak Anadolu'nun ilk merkezi devletini kurmuşlardır. Fakat yerleştikleri coğrafyanın ismi değişmemiştir. Hatta Krallığın sonuna kadar, Hitit Kralları kendilerine Hatti Kralı, ülkelerine de Hatti Ülkesi demeye devam etmişlerdir. Büyük Hatti medeniyeti, Hitit devletinin dinsel yaşamını da son derece etkilemiştir. Biz bu çalışmada asyanik bir kavim olan Hattiler'den, Hititler aracılığıyla günümüz Anadolu'suna kadar ulaşan bazı halk inanışlarını, Türk Dünyası'ndaki benzer uygulamalarla da karşılaştırmalı olarak incelemeye çalışacağızÖğe Hititçe metinlerde geçen KUR Hulana-/ KUR SIG 'Yün Nehri ülkesi' üzerine yeni bir değerlendirme(Türk Tarih Kurumu Başkanlığı, 2016) Sir Gavaz, ÖzlemHititçe metinlerde nadiren adına rastladığımız ama aslında stratejik olarak anahtar bir rol oynayan “KUR IDHulana-”: Hulana Nehri Memleketi’nin lokalizasyonuna yönelik birkaç teklif bulunmaktadır. Bir taraftan Hitit Devleti’nin kuzeyinde Pala-Tumana Bölgesi ve Kaška Bölgesi’ne lokalize edilen bazı yerleşimlerle birlikte anılması ama diğer taraftan nehrin doğduğu dağın Aşağı Ülke’ye yerleştirilmesi, lokalizasyonu oldukça güçleştirmek-tedir. Hem bir akarsu hem de bu akarsuyun vadisinde ya da kıyısında kurulmuş olan bir şehre ve ülkeye işaret eden bu yerleşim, Hititçe metinlerden bildiğimiz HuwatnuwantaDağı ile birlikte anılmaktadır. Hititlerin Baş Tanrısı Fırtına Tanrısı ile de yakından bağ-lantılı olan bu dağ, kutsal bir dağ görünümündedir. Dolayısıyla hem Huwatnuwanta Dağı hem de Hulana Nehri Memleketi’nin lokalizasyonuna yönelik yapılacak olan bu çalışma bölgenin tarihi coğrafyası açısından da önem taşımaktadır. Çalışmada adı geçen yerleşim isminin etimolojisi incelenerek bazı yeni yorumlar yapılacaktır. Ayrıca Hititçe metin yerlerinde bu nehir ülkesinin geçtiği pasajlar yeniden gözden geçirilecek, daha önce yapılmış olan teklifler de göz önünde bulundurularak, bazı yeni öneriler paylaşılacaktır.Öğe Possible links between the highland regions North of The Central Taurus and West Cappadocia in the Middle Chalcolithic Period (6th and 5th Millennium BC)(TÜBA, 2017) Hacar, AbdullahWhen the data obtained from recent archaeological studies concerning the Middle Chalcolithic Period in west Cappadocia are put together, the results are often illuminating. A re-evaluation of finds from Kestel Mine and the northern Taurus survey carried out by Aslıhan Yener, during the years 1987-1996, made it possible to reveal the bigger picture. The cultural patterns of the Middle Chalcolithic Period are quite well-known not only due to Güvercinkayası I-II and Köşk Höyük I but also to the layers in Canhasan I 2A/B in the Karaman district and Mersin-Yumuktepe XVI in the Anatolian south coast. All remains that are present in the area point to a culturally and perhaps socio-politically linked community structure which had shared certain standards in the types of settlements, styles of architecture and pottery production. They also maintained similar storage and goods preservation practices. Contrary to earlier assumptions, the relatively contemporary material that was found in the highland regions in the north Central Taurus indicates that the community structure during this period may have had a more complex organization pattern. The sites of Kestel mine, and two close settlements (Çardacık-Karatepeler and Mahmatlı-Boztepe) could provide evidence for the possibility that the Middle Chalcolithic communities had a system that utilized surplus products effectively and thus developed craft specialization.Öğe Amazonların eski Anadolu kökenleri hakkında yeni kaynak ve gözlemler(Akdeniz Uygarlıkları Araştırması Enstitüsü, 2013) Ünal, AhmetÖzet: Tarih kitapları bütünüyle hayal ürünü veya tarihî gerçeklerin saptırılmış çok uzak anımsamalarından oluşan ve gerçek olayları gölgede bırakacak derecede kavim ve olaylarla doludur. Aralarında Hellen efsanesinin, Tevrat ve İncil’in ürünleri olanlarını silip atmak mümkün değildir. Amazonlar, Homeros efsaneleri ve Hellen fantezisinin yarattığı bir kadınlar topluluğudur ve sonradan gelişen ve Amazonomakhia denen sanat dalı vasıtasıyla ünleri daha da artmıştır. Amazonların ta öteden beri Kuzey Kapadokya’da aranmalarına BoğazköyHattuša’nın kâşifi olarak kabul edilen Charles Texier’in Yazılıkaya kabartmalarını Hellenlerle Amazonlar arasındaki savaşları canlandırdığını öne sürmesi örnek verilebilir. Araştırmanın amacı, Tunç Çağı Anadolu arşivlerinde Amazonların tarihî açıdan varlıklarıyla ilgili belgeleri bulup değerlendirmektir. Tüm savların aksine arkeolojik malzeme yoktur ya da ele geçmemiştir ve var olduğu sanılanların da hiçbir değeri yoktur. Gerçekten de Hitit başkenti Boğazköy-Hattuša’da bulunan yazılı belgelerden Amazonların insan fantazisinin bir ürünü olmayıp, uzak geçmişte Kapadokya, Kuzey ve Batı Anadolu’da yaşamış tarihî toplumların silik anımsamaları oldukları anlaşılmaktadır. Makaleye konu olan metin tam olarak çevrilemeyecek kadar kötü korunmuştur, ama kesinlikle şöyle özetlenebilir: hudak para šalik“(sevişmek niyetiyle) hemen yaklaşmak, saldırmak, tecavüz etmek” ve ep-/appanzi “tutmak, yakalamak, sahip olmak, ele geçirmek, almak”, da- “kızları almak”, tarup“kızları toplamak, devşirmek”, pehute- “kızları bir yere götürmek”,waštai- “günaha girmek, ayıp şey yapmak” gibi tesadüfen korunabilen ifadeler, bunun ispatıdır.Öğe İlk Tunç Çağı’na tarihlenen Anadolu metalik çanak çömleğine ilişkin yeni bilgiler: Göltepe buluntuları(2017) Hacar, AbdullahGöltepe, excavated under the direction of A. Yener between 1990 and 1993, and the Kestel Mine, whose excavation began in 1987, have both allowed us to review our knowledge about mining in the 3rd millennium B.C. Göltepe and Kestel are located in the mountainous area to the north of the Central Taurus Mountains within the borders of Celaller Village, Çamardı County, Niğde (Figs. 1-3). The two sites are approximately two kilometers from each other. The sites of Göltepe and Kestel Mine are in mountainous terrain approximately 1700-2000 m. above sea level. One of the rare natural passages providing transportation between the regions, the Ecemiş corridor created by the Ecemiş fault line fracture connects Central Anatolia to Cilicia and, by extension, to the entire Near East (Figs. 1, 4). Due to this geographical structure, prehistoric cultures of Central Anatolia were able to experience their own cultural development without being excessively influenced by the evolved cultures of the Near East. As of 2012, studies resumed on the wares of the Göltepe settlement located in such a critical area. Among the wares of the Early Bronze Age, a certain group identified as “Anatolian Metallic Wares” stands out both in terms of quantity and quality. Vessels of this group of wares feature angular profiles, omphalos bases, and thin, hard walls. Apart from all these features, they are distinguished from other groups of contemporaneous ware by the decorative paint on the exterior. Besides locations to the north of Central Taurus Mountains, vessels of this ware group have so far been discovered in surface studies conducted in Konya and Cilicia, as well as in the excavations of Tarsus, Kilisetepe, Acemhöyük, Kültepe, and Topak Höyük, albeit in fewer numbers. Many of the vessels unearthed in settlements considerably far from these are quite similar, both in terms of form and production technique. The significant number of Anatolian metallic ware examples obtained in the Göltepe excavations has yielded new data on the said ware’s emergence, production, and period of use, as well as quantity in the mountainous terrain. Particularly, the fractured pieces with production flaws indicate that vessels in this group went through a production process that encompassed certain standardized stages and that they were manufactured by a specialized segment of society. If these new characteristics observed in the production of the ware are evaluated in light of metal production and the natural passages in the region, it becomes quite evident that they reflect the transformation in the social structure of the period. The indications of “specialization” and “control” observed in Anatolian metallic wares can thus simultaneously be interpreted as indicators of a newly formed economic, social, and political structure as well.Öğe Teos and Kyrbissos(Mersin University, 2013) Koparal, ElifAn inscription recording the sympolitea between Teos and Kyrbissos was found in 1976 at the cemetery of Ulamış village at Seferihisar. The inscription was published by Jeanne and Louise Robert in the same year. Dated to the 3rd century BC, the inscription has been quoted and commented on frequently, because it reflects a detailed description of sympolitea and an example of federation processes of the Hellenistic period. The small number of inscriptions recording cases of sympolitea and synoikismos probably reflects a larger phenomenon of the political environment of the Hellenistic period, in which federalization played a key role. In Ionia, Teos as well as Smyrna and Miletos incorporated nearby settlements into their territory through sympolitea for reinforcing their defensive system as well as increasing the size of their territory and agricultural potential. Although the sympolitea treaties were sometimes concerned with economic issues the main goal was to protect the integrity of the khora. Almost all of the sites absorbed by central settlements through sympolitea are fortified sites located on the fringes of the khora. Even if the sympolitea treaties resulted in the absorption of smaller settlements the pacts provide mutual benefits for both sides. Sympolitea didnot require a physical unification as did synoikismos; rather, it was a political unification. In most cases the inhabitants of the smaller settlement were granted citizenship within the larger one. The aim of this article is to present an archaeological assessment of the survey finds obtained from the Kocadömen Tepe as well as to make a suggestion for the function and the identification of the site on Kocadömen Tepe under the light of epigraphic finds and discussions related to our survey area. Archaeological surveys carried out at the territories of Klazomenai and Teos have provided insight about the borders of the khorai and the defensive network of those two poleis. Depending on the archaeological evidence from Kocadömen Tepe, the epigraphic finds and discussions we may suggest Kocadömen Tepe situated 18 kilometers northeast of Teos, as the site of Kyrbissos. Surface finds prove that the site has been inhabited from the 8th-7th century BC to the end of Hellenistic period. The surface finds include terracotta, architectural fragments and terracotta relief vases which indicate the presence of a public building, highlighting the significance of the settlement during the Late Archaic period. Because its location at the northeast fringe of Teian territory and the fortification wall that encircled the settlement, Kocadömentepe offers a plausible location for Ionian Kyrbissos.Öğe A Hittite treaty tablet from Oylum Höyük in southeastern Turkey and the location of Haššu(wa)(Cambridge University Press, 2015) Ünal, AhmetIn the summer of 2012 Oylum Höyük yielded its first Hittite cuneiform tablet and thus joined five other Hittite tabletyielding sites in southeastern Anatolia and northern Syria. The tablet was probably removed from a nearby Hittite imperial-period monumental building, which seems to have been the Hittites' administrative centre at Oylum, and incorporated into Iron Age debris. The wording of the text, in its preserved parts, shares traits with Hittite state treaties. It also has striking similarities with Hittite instruction texts, due to the generic affinities between these two genres. However, on the basis of the overall structure of the Oylum tablet and, most significantly, the inclusion of a list of oath gods at the end of the text, it is proposed that we are dealing here with a treaty. This article clarifies the genre and comprehensible context of the tablet, provides a transliteration and, as far as it is possible, a translation of the text, provides some philological comments and ends with the suggestion that the ancient name of Oylum Höyük was Haššu(wa). Copyright © 2015 The British Institute at Ankara.