Tez Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsisi öncesinde povidon iodin ve B.T enema karışımı ile rektal temizliğin işleme bağlı enfektif komplikasyonlara etkisi(Hitit Üniversitesi, 2024) Doğan, Mücahit; Aydın, CemilAmaç: Transrektal prostat biyopsi yapılacak hastalara işlem öncesi B.T enema + Povidon İodin karışımı ile yapılan rektal temizliğin işleme bağlı enfektif komplikasyonlara olan etkisini prospektif olarak incelemeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Hitit Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından alınan 40600303/604.02 numaralı kararı sonrası Eylül 2023 ve Mart 2024 tarihleri arasında üroloji polikliniğine başvuran, PSA yüksekliği veya PRM'de şüpheli lezyon varlığı nedeniyle ilk kez transrektal prostat biyopsi yapılması planlanan hastalar, rektal mukoza temizliği amacıyla rektal B.T enema + Povidon İodin karışımı veya sadece B.T enema kullanılarak oluşturulan 60'ar kişilik 2 gruba prospektif olarak randomize edildi. Tüm hastalara işlemden 1 gün önce antibiyotik profilaksisi başlandı ve işleme başlamadan hemen önce povidon iodin ile rektal mukoza temizliği uygulandı. Kontrol grubundaki hastalara işlemden 1 saat önce rektal B.T enema uygulanırken çalışma grubundaki hastalara işlemden 1 saat önce B.T enema ile 10cc povidon iodin karıştırılarak rektal olarak uygulandı. İşlem sonrası hastalar hematüri, hematospermi, rektal kanama, ateş, akut üriner retansiyon, hospitalizasyon, sepsis durumu, idrar kültürü ve kan kültürleri açısından değerlendirilip karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 120 hasta dahil edildi. Kontrol grubundaki 6 hastanın (%10) idrar kültürü pozitif iken çalışma grubundaki hastaların idrar kültürleri steril görüldü ve istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=0,046). Ateşli üriner enfeksiyon nedeniyle kontrol grubunda 6 hasta (%10), çalışma grubunda 2 hasta (%3,3) hospitalize edildi. Hematüri, hematospermi, rektal kanama ve akut üriner retansiyon oranları arasında fark görülmedi. Sonuçlar: Bu çalışmada B.T enema + Povidon iodin karışımı ile yapılan rektal temizlik ile transrektal biyopsi sonrası pozitif idrar kültürü oranında anlamlı düşüş görülmüştür. Ateşli üriner enfeksiyon nedeniyle hospitalizasyon ve sepsis durumunda sayısal olarak düşme eğilimi görülse de istatistiksel olarak farklılık izlenmedi. Daha fazla hasta sayısı ile yapılacak geniş hasta sayılı çalışmalarda daha net veriler elde edilebilir. Anahtar Kelimeler: Prostat biyopsi, B.T enema, Povidon iodin, EnfeksiyonÖğe Ratlarda sevofluran anestezisinden derlenmede kafeinin derlenme süresi ile EEG beyin dalgalarına etkisi(Hitit Üniversitesi, 2023) Çam, Bülent Meriç; Topçu, HülyaAmaç: Fosfodiesteraz inhibisyonu yolu ile cAMP'nin yıkılmasını engelleyen kafeinin, ratlarda sevofluran anestezisinden derlenmeyi ve beyin dalga aktivitesini nasıl etkilediğini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: 16 adet Sprague-Dawley erkek ratın kafataslarına elektrokortikografi (ECoG) kaydı için ketamin/ksilazin anestezisi sonrası elektrot takıldı. 1 hafta sonra ratlar kontrol ve kafein (75 mg/kg) grubu olmak üzere rastgele 2 gruba ayrıldı. Beş dakikalık bazal ECoG kaydından sonra ratlar sırayla gaz sızdırmaz anestezi kutusuna konuldu ve 60 dakika sevofluran anestezisi uygulandı. Anestezinin 50. dakikasında kontrol grubundaki ratlara 2ml/kg SF, çalışma grubundaki ratlara ise 75 mg/kg kafein intraperitoneal olarak enjekte edildi. Deney öncesinde, anestezi boyunca ve anestezi sonrasında ratların solunum frekansları kaydedildi. Sevofluran anestezisi kesildikten sonra kuyruk sıkıştırma ve doğrulma (tam derlenme) reflekslerinin geriye geldiği süre not edildi. ECoG kayıtları kaydedilerek deney sonrasında delta + teta dalga frekansı ve dalga amplitüdleri hesaplanarak istatistiksel analiz yapıldı. Bulgular: Kafein uygulaması kuyruk sıkıştırma ve doğrulma refleksi geri geliş süresini kontrol grubuna göre kısalttı (sırasıyla p=0,042; p=0.003). Kafein enjeksiyonu sonrası 5. ve 10. dakikalarda solunum sayısı kontrol grubuna göre artış gösterdi (sırasıyla p<0,001; p<0,001). Kafein enjeksiyonu 4-10. dakikalar arasında teta + delta dalga sayısını kontrol grubuna göre anlamlı olarak azalttı (p<0,05). Enjeksiyonlar sonrası ortalama amplitüdler kıyaslandığında, kafein enjeksiyonu teta + delta dalgaları toplam amplitüd ortalamasını azalttı (p=0.008). Sonuçlar: Sevofluran anestezisi altındaki ratlara intraperitoneal olarak uygulanan kafeinin, beyin delta + teta dalga sayıları ile toplam ortalama dalga amplitüdlerini azalttığını ve anesteziden derlenme süresini kısalttığını tespit ettik. Anahtar Kelimeler: Kafein, Sevofluran, Derlenme Süresi, EEGÖğe Spinal anestezi altında total diz artroplastisi yapılan hastalara usg eşliğinde yapılan adduktor kanal bloğu, IPACK blok ve geniküler sinir bloğunun postoperatif analjezik etkinliklerinin karşılaştırılması(Hitit Üniversitesi, 2023) Dal, Gökçe Çiçek; Akdağlı Ekici, Arzu; Doğan, GüvençAmaç: Total diz artroplastisi (TDA) sonrası hastalarda şiddetli postoperatif ağrı olmaktadır. Bu durum hasta memnuniyetini azaltmakta, mobiliteyi geciktirmekte ve hastanede kalış süresini uzatmaktadır. Günümüzde postoperatif ağrı yönetiminde multimodal analjezinin bir parçası olan periferik sinir blokları yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada adduktor kanal bloğu (AKB), popliteal arter ve diz kapsülü arası infiltrasyon bloğu (IPACK) ve geniküler sinir bloğunun (GSB); postoperatif VAS skoru, opioid tüketimi ve mobilite üzerine etkileri araştırıldı. Gereç ve yöntem: Bu çalışma prospektif, randomize, çift kör olarak planlandı. Spinal anestezi altında primer TDA planan 90 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar üç gruba (n=30) ayrıldı. Hastalara AKB (grup A), IPACK blok (grup I) ve GSB (grup G) uygulandı. Periferik sinir blokları 15 mL %0,375 bupivakain ile spinal anestezi uygulamasından önce gerçekleştirildi. Hastaların postoperatif dönemde VAS skoru, opioid tüketim miktarı ve mobilizasyon testleri karşılaştırıldı. Bulgular: Gruplar ASA skorları ve demografik özellikler açısından benzerdi. VAS skorları 4., 6. ve 12. saatte grup G'de diğer iki gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düşüktü (sırasıyla; P=0,006, P=0,040, P=0,041). Postoperatif ilk 12 saatte VAS skorları grup G'de grup A ve grup I'ya göre daha düşük bulundu. Ameliyat sonrası ilk 24 saatte tüketilen toplam opioid miktarı grup G'de diğer iki gruba göre istatiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha düşüktü (P=0,014). Hastaların üç metre yürüme testini tamamlama süresi GSB uygulanan grupta AKB ve IPACK blok uygulanan gruplara göre daha kısaydı ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Sonuçlar: Geniküler sinir bloğu TDA'da postoperatif VAS skorlarında belirgin düşme sağladığı ve opiod tüketimini azalttığı için postoperatif analjezide AKB ve IPACK blok yerine tercih edilebilir. Anahtar Kelimeler: Total diz artroplastisi, adduktor kanal bloğu, IPACK blok, geniküler sinir bloğuÖğe Akut karbonmonoksit intoksikasyonunda deksmedetomidin'in nöroprotektif etkileri(Hitit Üniversitesi, 2023) Büyükkeskin, Hüseyin; Doğan, Güvenç; Kayır, SelçukAmaç: Antioksidan, antiapopitotik, antiinflamatuar özellikleri olan Deksmedetomidin'in (DEX) akut karbonmonoksit (CO) toksikasyonunda nöroprotektif etkilerinin değerlendirmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 28 adet Wistar-Albino dişi sıçan kontrol, CO zehirlenme, CO zehirlenme + DEX ve sadece DEX olmak üzere rastgele dört gruba ayrıldı. Çalışma gruplarındaki sıçanlar 3000 ppm konsantrasyonda CO'e 30 dakika boyunca maruz bırakıldı. DEX CO maruziyetinden yarım saat sonra uygulandı. Deney bitiminde sakrifiye edilen sıçanlardan kan ve doku örnekleri alındı. Prefrontal ve hipokampal alanlardan alınan doku örneklerinde Bcl-2 İmmunopositif hücre değerleri immunohistokimyasal yöntem ile elde edilen Bcl-2 antikorların immune ekspresyonlarının ışık mikroskobu altında incelenmesi ile skorlandı. Alınan kan ve sağ hemisfer beyin doku örneklerinden biyokimyasal yöntemlerle MDA, NO, ADMA düzeyleri ile SOD ve CAT aktivite değerleri ölçüldü. Bulgular: Deney grupları arasında CAT, SOD, MDA, ADMA ve NO değerleri istatistiksel olarak farklı idi (p<0,001). Post-hoc ikişerli karşılaştırma test sonuçlarına göre yalnız DEX grubu ve kontrol grubu arasında hiç bir parametrede istatistiksel fark yoktu (p>0,05). CO grubunda CAT, SOD ve NO ve Bcl-2 immünsüpresif hücre düzeyleri kontrol grubuna göre azaldı (tamamında p<0,001) ve ADMA ve MDA düzeyleri arttı (tamamında p<0,001). CO + DEX grubunda CO grubuna göre CAT, SOD ve NO düzeylerini istatistiksel olarak daha yüksekti (sırasıyla p:0,007; p:0,028; p:0,017). Sonuç: CO zehirlenmesinden yarım saat sonra uygulanan DEX CAT, SOD ve NO gibi antioksidan yapıları arttırır. Buna bağlı olarak DEX'in CO zehirlenmesi için nöroprotektif bir etkisi olabilir. Anahtar Kelimeler: Deksmedetomidin, Karbonmonoksit, Nöroprotektif etkiÖğe Akut divertikülit ile akut epiploik apandajit'in ayırıcı tanısında laboratuvar parametrelerinin önemi(Hitit Üniversitesi, 2023) Şahin, Fatih; Topcu, RamazanAmaç: Akut divertikülit ile primer epiploik apandajitin ayırıcı tanısında klinisyenlerlerin kullandığı laboratuvar parametrelerinin etkinliğinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: 01.01.2013-01.01.2022 tarihleri arasında Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Erol Olçok Eğitim Araştırma Hastanesi'ne başvuran, epiploik apandajit (EA) veya divertikülit (AD) tanısı almış toplam 184 hasta retrospektif olarak tarandı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, başvuru anındaki serum beyaz kan hücresi (WBC), nötrofil (NE), lenfosit (LY), hemoglobin (Hb), platelet (Plt), ortalama platelet hacmi (MPV), albümin (Alb), kreatin kinaz (CK), C-Reaktif Protein (CRP) değerleri, bu değerlerin birbirleri ile oranları, lezyon lokalizasyonları, bilinen kronik hastalıkları, yatış gereklilikleri, yatış süreleri, komplikasyon varlığı, girişim gereklilikleri, rekürrens durumu ve kolonoskopi sonuçları tarandı. İki grubun, klinik ve laboratuvar bulguları birbirleri ile karşılaştırıldı. Çoklu değişken analizinde anlamlılığını koruyan 3 değer 2 puan olarak belirlendi. İki farklı değerlendirme kriteri ortaya konuldu. Ramcho indeksi (RI) kriterlerin AD ile pozitif anlamlılığına göre RI = (Yaş x NE x CRP) / (LY x Hb x Alb x CK) x 100 olarak belirlendi. Ramcho skoru (RSÖğe Laparoskopik üst üriner sistem cerrahilerinde transversus abdominis plane blok uygulanan ve uygulanmayan hastalarda postoperatif ağrı ve komplikasyonların değerlendirilmesi(Hitit Üniversitesi, 2023) Çelikörs, Bilal; Baykam, Mehmet MuratAmaç: Minimal invaziv cerrahilerde postoperatif ağrı yönetiminde uygulanan multimodal yaklaşımda rejyonal yöntemlerin önemli bir yeri vardır. Bu yöntemlerden olan transversus abdominis plane (TAP) blok son yıllarda oldukça popüler olmuştur. Laparoskopik üst üsriner sistem cerrahisi planlanan hastalarda ultrason (USG) eşliğinde preoperatif TAP blok yapılan grup ile TAP blok yapılmayan kontrol grubunu postoperatif ağrı durumu, ilaç kullanımı ve yan etkilerini, postoperatif hasta konforunu prospektif olarak karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Üroloji kliniğimizde 2022 Kasım - 2023 Haziran tarihleri arası böbrek, üreter tümörü veya taşı, böbrek kisti, böbrek atrofisi, üreteropelvik darlık sebepleriyle laparoskopik üst üriner sistem cerrahisi yapılması planlanan 18-85 yaş arası oryante ve koopere olan, çalışmaya katılmayı kabul eden, aktif enfeksiyonu olmayan, kanama diyatezi normal olan hastalar, gebe olmayan, ağır komorbid hastalıkları, obezitesi ve geçirilmiş batın cerrahileri olmayan hastalar çalışmaya dâhil edildi. Hastalar randomize kontrollü olarak sırayla ilk 21 kişi kontrol grubu, ikinci 21 kişi çalışma grubu olacak şekilde iki gruba ayrıldı. Kontrol grubuna TAP blok yerine postoperatif ağrı durumuna göre intravenöz analjezik ilaç uygulandı. Çalışma grubuna genel anestezi indüksiyonu sonrası anestezi uzmanı tarafından USG eşliğinde unilateral TAP blok uygulandı. Postoperatif ağrı değerlendirmesi için Vizüel Analog Skala (VAS) skorları (1. 2. 6. 12. ve 24. Saat) kullanıldı. VAS skoru 4 ve üstü olan hastalara intravenöz olarak sırayla önce tramadol, sonra parasetamol uygulandı. Kullanılan analjezik miktarları ve türleri, gelişen yan etkiler, ateş, atelektazi, postoperatif mobilite, gaz çıkışı, dren, taburculuk, hemogram, glomerüler filtrasyon hızı (GFR) takibi ve olası komplikasyonlar prospektif olarak araştırıldı. v Bulgular: Çalışmaya toplam 42 olgu dâhil edildi. Bu hastaların 16'sı kadın, 26'sı erkekti. Gruplar karşılaştırıldığında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi (BMİ), sigara kullanım oranı, komorbid hastalık, tanı ve tedavi türü, taraf dağılımı, operasyon süresi anlamlı (p>0,05) farklılık göstermemiştir. TAP blok yapılan grupta 1.saat, 2.saat, 6.saat, 12.saat VAS skorunu TAP blok yapılmayan gruptan anlamlı (p<0,05) olarak daha düşük bulduk, 24.saat VAS skorunda anlamlı (p>0,05) farklılık saptanmadı. TAP blok yapılan grupta postoperatif ilk 24 saatte Tramadol ve Parasetamol kullanım oranını TAP blok yapılmayan gruptan anlamlı (p<0,05) olarak daha düşük tespit ettik. TAP blok yapılan grupta hipotansiyon oranı ve gaz çıkarma günü (bağırsak aktivasyonu) TAP blok yapılmayan gruptan anlamlı (p<0,05) olarak daha düşüktü. Sonuç: Laparoskopik üst üriner sistem cerrahisi geçirecek olgularda preoperatif dönemde genel anesteziye ilave USG-TAP bloğun uygulanması, postoperatif ağrıyı, analjezik tüketimini azaltarak ve olası yan etkileri engelleyerek daha iyi hasta konforu sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Minimal İnvaziv Cerrahi, Laparoskopik Ürolojik Cerrahi, TAP BlokÖğe Laringeal maske uygulamalarında minimal akımlı anestezide manuel ve hedef kontrollü yöntemlerin karşılaştırılması(Hitit Üniversitesi, 2021) Aşıcı, Elif; Yağan, Özgür; Ekici, Arzu AkdağlıAmaç: Düşük ve minimal akımlı anestezide taze gaz akımı ve anestezik ajan dağıtımı, anestezist tarafından manuel olarak veya hedef kontrollü yöntem ile otomatik ayarlamalar yapılarak sürdürülebilmektedir. Hedef kontrollü yöntem; cihaz üzerinde istenen inhalasyon ajanı ve oksijen değerlerinin anestezist tarafından belirlendiği ve hedeflenen seviyelere ulaşmak için ek manuel ayarlamalara gerek kalmadan; taze gaz, inhalasyon ajanı ve oksijen dağıtımının sistem tarafından otomatik ayarlandığı bir gaz sevki modudur. Çalışmamızın amacı; laringeal maske eşliğinde minimal akımlı anestezi uygulamasında hedef kontrollü ve manuel kontrollü yöntemleri güvenilirlik ve kolay uygulanabilirlik açısından karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza elektif şartlarda inguinal herni cerrahisi için laringeal maske ile genel anestezi uyguladığımız 82 hasta dahil edildi. Minimal akımlı anestezide hedef ve manuel kontrollü yöntemler, hedeflenen değere ulaşma süreleri, inhalasyon ajan stabilitesi ve gaz tüketimi açısından kıyaslandı. Ayrıca hedef kontrollü anestezi yönteminin, benzer anestezik derinliği sağlamak ve hipoksiyi önlemek için yapılan müdahalelerin sayısını azaltıp azaltmadığı da değerlendirildi. Bulgular: Hedef kontrollü grupta manuel kontrole kıyasla ekspiryum sevofluran konsantrasyonu daha az değişkenlik gösterdi. Manuel kontrollü grupta hedeflenen minimal alveoler konsantrasyona ulaşma süresi hedef kontrollü gruba oranla anlamlı derecede kısa bulundu (77 sn'ye karşı 120 sn). Manuel kontrollü grupta hedeflenen oksijen ve anestezik ajan konsantrasyonlarını sürdürmek için cihaza daha fazla sayıda müdahale gerekti (8'e karşı 2, P < 0,001). Oksijen ve hava tüketimi manuel kontrollü grupta istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşüktü. Sevofluran tüketimi ve uyanma zamanı açısından ise anlamlı farklılık yoktu. Sonuçlar: Çalışmamız sonucunda laringeal maske uygulamalarında hedef kontrollü yöntemin minimal akımlı anestezi ile güvenli bir şekilde kullanılabileceğini gösterdik. Hedef kontrollü yöntem sevofluran ve oksijen konsantrasyonunu istenilen aralıklarda sürdürmek için cihaza daha az sayıda müdahale gerektirerek minimal akımlı anestezi yönetimini büyük ölçüde basitleştirdi ve anestezi sürecine olumlu katkı sağladı.Öğe Diyabetik ayak ülserinin tedavisinde sınıflamaların karşılaştırılması(Hitit Üniversitesi, 2021) Sezikli, İsmail; Kendirci, MuratAmaç: Bu çalışmada mevcut diyabetik ayak ülser sınıflamalarından Wagner, PEDIS ve Texas tedavi açısından kıyaslanmıştır. Sınıflamaların klinik ve prognoz açısından tutarlılığı ve toplanan veriler ışığı altında hastalığın seyrini etkileyen faktörler değerlendirilmiştir. Gereç ve yöntem: Prospektif olarak yapılan bu çalışmada 18-85 yaş arasında diyabetik ayak ülseri olan 121 katılımcı dahil edilmiştir. Hastalar, servis yatışı sırasında düzenlemiş olduğumuz diyabetik ayak değerlendirme formunda demografik bilgileri, yaranın bölgesi-tipi-sınıflaması, ankle brachial index (ABI) ölçümleri, radyolojik açıdan osteomyelit veya yumuşak doku enfeksiyon varlığı, nöropati varlığı, laboratuvar değerlendirmeleri, ön görülen tedavi süresi ve sonuçları değerlendirilmiştir. Bulgular: Diyabetik ayak ülseri olan hastaların (n=121), 78'i iyileşen grubu ve 43'ü amputasyon grubu olmak üzere toplam 121 hasta vardı. Hastaların 94'ü erkek ve 27'si kadındı ve yaş ortalaması 64±11 idi. Gruplar arasında lenfosit ve nötrofil/lenfosit oran değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklı bulunmuştur (sırasıyla P= 0,027, P= 0,012). Doku perfuzyonu, yara derinliği, yara enfeksiyonu, yara hassasiyeti ile gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (sırasıyla, P= 0,002, P= 0,001, P= 0,006, P= 0,019). PEDIS skorlama sistemi iyileşme ve amputasyon tanısal ayrımında anlamlı; kesim noktası 7,5 olarak bulunmuştur. TEXAS sınıflaması A, B, C, D derecesi ve Wagner ile grup arasında istatistiksel olarak anlamlı; TEXAS sınıflaması 1, 2, 3 derecesi ile anlamlı ilişkili olmadığı bulunmuştur. Wagner iyileşme ve amputasyon tanısal ayrımında anlamlı olarak bulundu (AUC=0,728 (0,633-0,822)); P< 0.001). Ayrıca Ankle brakial indeks (ABI) ? 0,9 olanda %23,5; < 0,9 olanda % 50,9 amputasyon görülmüştür. Hastaların diyabetik ayak eğitimleri ile grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (P= 0,021, P< 0,001). Sonuç: Erkek cinsiyet, ileri yaş, neutrofil-lenfosit oranı yüksek olması, diyabetik ayak ve DM eğitimi almamış olması, radyolojik olarak yumuşak doku enfeksiyonu ve osteomyelit varlığı ve ayak bileği brakial indeksinin 0,9'dan küçük olması iyileşme ve amputasyonun tanısal ayrımında anlamlı bulunmuştur. WAGNER sınıflamasında amputasyon kesim noktası 4. derece ve üzeri anlamlı bulunmuştur.Öğe Böbrek taşı tedavisinde skopili ve skopisiz iki farklı retrograd intrarenal cerrahi tekniğin karşılaştırılması(Hitit Üniversitesi, 2021) Çağlayan, Mustafa Serdar; Ekici, MusaÖZET BÖBREK TAŞI TEDAVİSİNDE SKOPİLİ VE SKOPİSİZ İKİ FARKLI RETROGRAD İNTRARENAL CERRAHİ TEKNİĞİN KARŞILAŞTIRILMASI Amaç: Ürolitiyazis tedavisinde floroskopisiz RIRS (Retrograd intrarenal cerrahi) tekniği ile rutin kullanılan floroskopili RIRS tekniğini etkinlik ve güvenilirlik açısından karşılaştırmak Çalışma tasarımı: Gözlemsel bir çalışma. Çalışma yeri ve süresi: Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Bölümü, Çorum, Türkiye, Ağustos 2019 ve Ağustos 2020. Metodoloji: RIRS operasyonunda floroskopi kullanılarak yapılan 98 hasta ve floroskopi kullanılmadan yapılan 100 hastanın ameliyat öncesi ve sonrası verileri prospektif olarak değerlendirildi. Operasyon öncesi hasta onamının olmaması, gebelik, pıhtılaşma bozukluğu, aktif üriner sistem enfeksiyon varlığı ve ektopik böbrek gibi anatomik anomalisi olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Floroskopisiz teknikte floroskopi cihazı ameliyathanede kullanıma hazır halde bulunduruldu ancak tüm manipülasyonlar floroskopi kullanılmadan, direk görüş altında gerçekleştirildi. Floroskopisiz yöntemle başlanıp, floroskopi kullanımı gereken hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Bulgular: Ortalama yaş 48,22 ± 14,42 (18-84) yıl olarak bulundu. Hastaların 129 (% 65,2) erkek, 69'u (% 34,8) kadındı. Ortalama taş boyutu 18,5 ± 2,31 (5-30) mm idi. Taşsızlık oranı ameliyattan sonra floroskopi kullanılan grupta 90 (% 91), floroskopi kullanılmayan grupta 90 (% 90) olgu olarak hesaplandı. Floroskopi kullanılan yöntemde ortalama 8,76 ± 9,50 sn floroskopi kullanılırken, floroskopi kullanılmayan yöntemde hiç kullanılmamıştır. Ameliyat sırasında bir hastamızda (floroskopi kullanılan grupta) clavian 3b komplikasyon görüldü (perirenal hematom) takip ile geriledi. 7 hastada (% 3,6) ateş, 7 hastada (% 3,6) hematüri ve 1 hastada (% 0,05) taş yolu gibi minör komplikasyonlar gelişti. Sonuç: Floroskopisiz rırs yöntemi, rutin uygulanan floroskopili yöntem gibi böbrek taşı tanısı konulan hastalarda endoürologlar tarafından etkin ve güvenli bir şekilde uygulanabilir.Öğe Posterior vajinal duvar prolapsusu olan olgularda protein gen ürünü 9.5 ( PGP 9.5 ) ve düz kas ?-aktinin ( sma ) kullanılarak vajen duvarının nöromusküler morfometrisinin değerlendirilmesi(Hitit Üniversitesi, 2020) Çetin, Mustafa; Arslan, EmineAmaç: Bu çalışmanın amacı posterior vajinal duvar prolapsusu olan kadınlarda vajen nöromüsküler yapısı ile prolapsusu olmayan kadınların vajen nöromüsküler yapısını karşılaştırmak ve aradaki farkı tespit etmektir. Prolapsusun fizyopatolojisinde nöromüsküler yapının rolünün gösterilmesidir. Gereç ve Yöntemler: Prospektif olarak planlanan çalışmada yaşları 40-75 yıl arasında, her hangi bir vajinal ameliyat geçirmemiş, abdominal yolla her hangi bir prolapsus ameliyatı geçirmemiş olan kadınlar dâhil edildi. Muayenede rektosel tanısı konulan 31 kadın çalışma grubuna dâhil edildi. Anterior veya posterior duvar prolapsusu olmayan rektosel dışındaki nedenlerle (kolposkopi, konizasyon vs.) vajinal girişim ve histerektomi yapılan 31 hasta kontrol grubuna dâhil edildi. Her iki gruba da Aralık 2019 ile Haziran 2020 tarihleri arasında Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği'ne başvuran ve gönüllü olur onam formu alınan hastalar dâhil edildi. Vajen arka duvar epitelinden Ap noktasına uyan fasyayı da kapsayacak şekilde biyopsi materyali alındı. Patoloji laboratuarında Protein Gen Ürünü 9.5 ve düz kas ?-aktinin ile immünohistokimyasal boyama yapıldı. Yapılan bu immünohistokimyasal boyamalar ile elde edilen epitelyum kalınlığı ölçümü, düz kas yoğunluğu parametreleri iki grup arasında karşılaştırıldı. Toplanan veriler SPSS 23 paket programı kullanılarak analiz edildi. P değeri 0,05 den küçük değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol grubunda, kas kalınlığı ve fasyada mm2 başına sinir sayısı çalışma grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksekti (P <0.05). Sonuç: Posterior vajinal duvar prolapsusunda düz kas dokusunun, fasyada mm2 başına sinir sayısının normal populasyona göre azaldığını tespit ettik. Korelasyon katsayılarına göre prolapsus derecesini en fazla etkileyen parametre yaş olup, bunu parite, yaşayan doğum sayısı ve vajinal doğum sayısı izlemekteydi.Öğe Diyabetik ayak operasyonlarında tek enjeksiyon ve devamlı infüzyon popliteal sinir bloğunun ağrı ve hemodinami üzerine etkilerinin karşılaştırılması(Hitit Üniversitesi, 2021) Özdemir, Sibel Önen; Şahiner, YelizAmaç: Diyabetik ayak nedeniyle cerrahi girişim planlanan hastalarda kontrolsüz diyabetten dolayı, nöroaksiyal veya genel anesteziye bağlı komplikasyonlar görülebilir. Bunları engelleyebilmek için rejyonel anestezi yöntemleri tercih edilebilir. Bu çalışmada, diyabetik ayak nedeniyle cerrahi girişim planlanan hastalarda, sürekli infüzyon ve tek enjeksiyon yöntemi ile popliteal sinir bloğu uygulamasının hemodinamik etkiler ve ağrı açısından sonuçları karşılaştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Etik kurul onamını takiben, diyabetik ayak cerrahisi için anestezi yöntemi olarak popliteal sinir bloğu yapılacak ASA II-IV risk grubunda 63 olgu, iki gruba randomize edildi. Grup 1 (n:32) hastalara popliteal sinir etrafına ultrasonografi ve sinir stimülatörü eşliğinde 30 mL lokal anestezik verildi. Grup 2'de (n:31) yer alan hastalara ise ek olarak kateter iğne ucunun 4-5 cm ötesinde olacak şekilde yerleştirildi. 2 mL/sa hızla %0,25 bupivakain infüzyonu için elastomerik pompa hazırlandı. Blok öncesi ve sonrası hemodinamik parametreler kaydedildi. Blok başlangıç ve sonlanım zamanları kaydedildi. Postoperatif ağrı skorları, hemodinamik parametreler, analjezik ihtiyacı zamanı, hasta memnuniyeti ve taburculuk süresi takip edildi. Bulgular: Grup 1'de postoperatif 12. saatten sonra, Grup 2'de 60. saatten sonra ağrı skorları yüksek seyretmiştir (sırasıyla P=0,006, P < 0,01). Grup 2'de postoperatif 60. saate kadar Grup 1'e göre daha düşük, sonrasında anlamlı olarak daha yüksek seyretmiştir. Blok süresi Grup 1'de ortalama 631,56 ± 218,72 dakika, Grup 2'de ortalama 733,26 ± 435,83 dakika idi. İlk analjezik ihtiyacına kadar geçen süre Grup 1'de ortalama 804,64 ± 1020,8 dakika, Grup 2'de ortalama 2012,78 ± 1424 dakika idi ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (P=0,072). Blok işleminden önce ve başarılı blokaj sonrasında ölçülen sistolik, diyastolik, ortalama arteryal kan basıncı ve kalp hızı gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı (P > 0,5). Sonuçlar: Sürekli infüzyon yöntemi ile popliteal sinir bloğunun daha uzun ağrısız dönem sağladığı ortaya çıkmıştır. Her iki yöntemde de benzer hemodinamik veriler ve düşük ağrı skorları olduğu görülmüştür. Sürekli infüzyon yönteminin daha iyi analjezi sağladığı görülse de, işlem maliyeti, teknik zorluklar ve hasta konforuna olumsuz etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır.Öğe Rahimiçi araçların over rezerv testleri üzerine etkisi(Hitit Üniversitesi, 2021) Esen, Kamil; Koçak, ÖzgürAmaç: Kontrasepsiyon amacıyla kullanılan rahim içi araçların over rezervi üzerindeki etkisini araştırmak ve olumlu veya olumsuz yönlerini ortaya çıkarmak. Gereç ve Yöntem: 18-49 yaş aralığında daha önceden doğum yapmış ve kontrasepsiyon amaçlı bakırlı rahim içi araç kullanmayı tercih eden ve erken foliküler fazdaki ilk 45 kişi onamları alındıktan sonra çalışmaya dahil edilmiştir. Rahim içi araç uygulanmadan önce AMH (Anti Müllerian Hormon) , INHB (İnhibin B), FSH (Folikül Stimülan Hormon) ve E2 (Estradiol) için kan örneği alındı, yaş, adet düzeni, özgeçmiş gibi özellikler sorgulandı. Rahim içi araç uygulandıktan sonra antral folikül sayısı (AFS) için ve rahim içi aracın lokalizasyonu için transvajinal ultrasonografi yapıldı. Aynı işlemler 3 ay sonra tekrarlandı ve başvuru anındaki verilerle kıyaslandı. Serum örnekleri çalışılacağı güne kadar -80 o C'de saklandı. FSH ve E2 seviyelerini belirlemek için 'competitive enzyme linked immune sorbent assay' yöntemi, AMH ve INHB seviyelerinin ölçümünde ise 'the sandwich enzyme linked immune sorbent assay' yöntemi kullanıldı. Bulgular: Rahim içi araç uygulama anındaki (0. ay) ve kontrol anındaki (3. ay) veriler karşılaştırıldığında AMH düzeyindeki azalma, E2 düzeyindeki artma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. FSH, INHB düzeylerinde ise istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır. AFS'de ki azalma anlamlı tespit edilmiştir. Adet düzeni sorgulanan gönüllülerin siklus süresinde ve günlük değiştirilen ped sayısında anlamlı bir değişiklik bulunmamasına rağmen kanama süresinin istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı görülmüştür. Sonuç: Kontrasepsiyon amaçlı kullanılan bakırlı rahim içi araçlar (RİA) AMH ve AFS'de azalma meydana getiriyor. Bu da bakırlı RİA'ların erken dönemde over rezervini azalttığını gösterir.