Tıp Fakültesi Tezleri
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Levotiroksin kullanan hastalarda hipotiroidi bilgi düzeyi ve uygun ilaç kullanımı(Hitit Üniversitesi, 2024) Deniz, Neslihan; Öztekin, CoşkunAmaç: Hipotiroidi, toplumda yaygın olarak görülen endokrin hastalıktır ve etkili bir tedavi ile kontrol altına alınması önemlidir. Hastalığın başarılı yönetilmesi, hasta uyumunun sağlanabilmesi ile yakından ilişkilidir. Bu bağlamda, hasta uyumunu etkileyen en önemli faktörlerden biri, hastaların hastalık ve ilaç kullanımıyla ilgili bilgi düzeyleridir. Tedaviye uyumsuzluk durumu; sağlık sistemine büyük bir mali yük getirmekte, hekim başvurularını artırmakta ve hasta hekim ilişkisine zarar vermektedir. Bu çalışmanın amacı, hipotiroidi tanılı hastaların sosyodemografik verileri ile hastalıkla ilgili bilgi düzeylerini ve uygun ilaç kullanımı durumlarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği polikliniklerine herhangi bir sebeple başvuran 18-75 yaş arası dahil edilme ölçütlerini karşılayan 120 hipotiroidi hastası üzerinde yapılmıştır. Katılımcılarla karşılaşmada; araştırmacı ve yönetici tarafından hazırlanan literatür taramasıyla oluşturulmuş, sosydemografik veriler, doğru ilaç kullanımı ve hipotiroidi bilgi düzeyi ile ilgili sorulardan oluşturulmuş anket formu ile veriler toplanmıştır. Toplanan veriler, uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak SPSS 25 paket programıyla analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 51,33 ve %85'i kadındır. Hastaların ortalama hastalık süresi 10 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların %59,17'sinin TSH değeri normal olarak saptanmıştır. Hastaların %60,83'ünün ek kronik hastalığı mevcuttur. Ek hastalık varlığı ile ilaç uyumu ve bilgi düzeyi arasında ilişki saptanmamıştır. Hastaların %82,5'i ilacını oda sıcaklığında (20-25 derece) karanlık bir yerde saklamakta, %99,17'si ilacı sabah ve %72,27'si kahvaltıdan en az 30 dk önce içmektedir. Demir, kalsiyum veya PPİ kullananların %6,9'u LT4 ile arasında gerekli 4 saatlik süreyi bırakmaktadır. Tiroid ilacını kırarak içen katılımcılardan hiçbiri kalan parçayı atmamaktadır. Eğitim durumuna göre yapılan karşılaştırmalarda katılımcılardan lise ve üstü eğitim düzeyine sahip olanların; hipotiroidi hastalığının takip süresi, semptomları, ömür boyu ilaç kullanımı, tiroid hormonuyla etkileşen ilaçlar, gebelik döneminde tiroid hormonu kullanımı hakkındaki bilgi düzeyleri ve tiroid ilacını uygun muhafaza etme oranı lise altı eğitim düzeyine sahip olanlardan anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p<0.05). Sağlık çalışanlarında; hipotiroidi hastalığının takip süresi, semptomları, ömür boyu ilaç kullanımı, tiroid hormonuyla etkileşen ilaçlar, gebelik döneminde kullanımı hakkındaki bilgi düzeyleri diğer meslek gruplarına göre anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p<0.05). Tartışma-Sonuç: Sosyodemografik olarak yapılan değerlendirmede; kadın cinsiyetin, genç hastaların, sağlık çalışanlarının ve lise ve üstü eğitim düzeyine sahip olanların diğer gruplara kıyasla ilacı daha doğru kullandığı ve bilgi düzeyinin daha yüksek olduğu saptanmıştır. Ancak bu gruplarda bile bilgi eksiklikleri olduğu dikkati çekmiştir. Hastaların takipli olduğu bölüm, aylık gelir düzeyi ve yaş durumunun ilaç uyumu üzerine etkisi bulunamamıştır. Öte yandan ek hastalık ve medeni durumun ilaç uyumu ve bilgi düzeyi üzerine etkisi bulunmamıştır. Hipotiroidi bilgi düzeyi ve ilaç uygun kullanımı arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Hipotiroidi bilgi düzeyi ve uygun ilaç kullanımı artırmak için eğitim programları düzenlenebilir ve hasta danışmanlık hizmetleri sunulabilir. Ayrıca, hipotiroidi hastalarına yönelik basit ve anlaşılır bilgilendirici materyallerin hazırlanması da destekleyici olabilir.Öğe Çocuklarda problemli medya kullanımının uyku üzerine etkisi(Hitit Üniversitesi, 2024) Ustaömer, Ayşen; Akbıyık, DeryaAmaç: Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte televizyon, bilgisayar, akıllı telefon gibi birçok dijital cihaz vazgeçilmez birer araç haline gelmiştir. Bu cihazlar yaşamımızın her alanında kolaylık sağlamanın yanı sıra yanlış veya aşırı kullanımıyla biyopsikososyal birçok sorunu beraberinde getirebilmektedir. Bu sorunlardan biri de uyku bozukluklarıdır. Birinci basamak sağlık hizmeti sunan hekimler, problemli medya kullanımını erkenden tespit edip etkili müdahalelerle uyku bozukluklarının önüne geçebilirler. Bu kapsamda, problemli medya kullanımının olası sorunlarını tanımlamak, uyku bozukluklarını belirlemek ve doğru yönlendirmelerle daha sağlıklı bir nesil yetiştirmek önemlidir. Özellikle genç erişkin ve adölesan dönemlerinde problemli medya kullanımıyla ilgili birçok araştırma yapılmış olmasına rağmen, ergenlik öncesi çocukluk dönemine dair çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı; ilkokul çağındaki çocuklarda problemli medya kullanımı ile uyku bozuklukları arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Ayrıca, problemli medya kullanımını azaltmaya ve uyku sağlığını arttırmaya yönelik müdahaleler geliştirmek için öneriler sunmayı hedeflemektedir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmanın evrenini, Çorum Merkez'de bulunan 29 ilköğretim okulu oluşturmaktadır. Çorum İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nden gerekli izinler alınarak, 29 ilkokuldan basit rastgele örnekleme ile seçilen 10 okulda öğrenim gören 5705 öğrencinin ebeveynlerinden çalışmaya dahil edilme ölçütlerini karşılayan 3461 ebeveyn üzerinde yapılmıştır. Araştırmamız, kesitsel ve nicel bir yöntemle gerçekleştirilmiştir. Katılımcılardan alınan Aydınlatılmış Onam Formu'na ek olarak, Sosyodemografik Veri Formu, Problemli Medya Kullanım Ölçeği Kısa Formu (PMKÖ-KF), Çocuklar için Uyku Bozukluğu Ölçeği (ÇUBÖ) uygulanmıştır. Toplanan veriler, Jamovi vers. 2. 3. 18 ile uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya dahil edilen 3461 ebeveynin %78,6'sı (2720 kişi) anne, %20,6'sı (712 kişi) ise babadır. Problemli medya kullanımı toplam puanı ile çocuğun uyku süresi, uyku bozuklukları toplam puanı ve UBÖ alt boyut puanları ile pozitif ilişkili olduğu bulunmuştur (p<0,01). Çocuğu kız olanların oranı %51,1 (1770 çocuk) ve erkek olanların oranı %48,9 (1691 çocuk) olarak bulunmuştur. Çocukların en çok kullandıkları medya araçları sırasıyla TV (%41,0), telefon (%36,1), tablet (%18,4), bilgisayar (%3,3), oyun konsoludur (%0,7). Çocuğunun uyku süresi 9 -11 saat olanların oranı %46,5 ve 8 – 9 saat olanların oranı %43,1 olarak bulunmuştur. Çocuklar için Uyku Bozukluğu Ölçek puanı ile sosyodemografik veriler arasında (cevaplayan ebeveyn, yaş, aile tipi, gelir durumu, çocuğun ilaç kullanımı, çocuğun gece kiminle uyuduğu) anlamlı ilişki saptanmıştır. Ebeveynlerde çocuğunun ekran başında geçirdiği süreyi azaltmak istediğini belirtenlerin oranı %85,7'tir. Bu ebeveynlerin, yardım istemeyen ebeveynlere göre PMKÖ ve UBÖ puanları daha yüksek bulunmuştur (p<,001). Problemli medya kullanımı gelir düzeyi, ebeveyn ekran süresi, çocuk yaşı ve cinsiyeti, çocuğun hafta içi ve hafta sonu ekran süresi ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Tartışma-Sonuç: Araştırma, problemli medya kullanımının uyku bozuklukları ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur; yani problemli medya kullanımındaki artış, çocuklarda uyku bozukluğu riskini arttırmaktadır. Benzer sonuçlar literatürde sıkça görülmektedir, ancak genellikle erişkin ve adölesan bireyler üzerinde yapılmıştır. Literatür, problemli medya kullanımının fark edilip önlenmesinin uyku bozuklukları riskini azaltabileceğini desteklemiştir. Ayrıca, ebeveynlerin ekran sürelerinin artmasıyla çocukların problemli medya kullanım puanlarının yükseldiği gözlemlenmiştir. Ebeveynlerin, çocukların medya kullanım alışkanlıklarını değiştirmek için öncelikle kendi alışkanlıklarını gözden geçirmesi gerekmektedir. Günümüzde teknolojinin yaygın kullanımı, problemli medya kullanımının toplumsal bir sorun haline gelme ve bağımlılık riskini artırma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle, bu konuda hem tedavi edici hem de önleyici uygulamaları içeren sosyal politikalara ihtiyaç vardır. Türkiye'de bu konuda yeterli düzeyde araştırma bulunmamaktadır, bu sebepten farkındalığı arttırmak, ebeveynleri bilgilendirmek ve önleyici politikalar geliştirmek sağlıklı bir gelecek için gereklidir.Öğe Psoriasis hastalık şiddeti ve algılanan sosyal desteğin sosyal görünüş kaygısına etkisi(Hitit Üniversitesi, 2024) Kaya, Ümmügülsüm; Oğulluk, MustafaAmaç: Psoriasis, psikososyal komorbiditelerle ilişkili kronik inflamatuar bir hastalıktır. Psoriasis hastalarında sıklıkla utanç duyma, düşük benlik saygısı ve sosyal ortamlardan kaçınma eğilimi görülür, bu da sosyal kaygı düzeylerinin artmasına neden olabilir. Hastalar ayrıca sosyal etkileşimler konusunda kaygı yaşayabilir ve bu da yaşam kalitelerini etkiler. Bu çalışma ile; psoriasis hastalık şiddeti ve algılanan sosyal destek düzeyini saptayarak, bu iki değişkenin sosyal görünüş kaygısına etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır. Elde edilecek olan verilerin doğrultusunda, birinci basamağın koruyucu hekimlik rolü ve biyopsikososyal yaklaşımı ile; sorunlu bulunan alanların onarılması/önlenmesi için eğitim çalışmaları ve sağlık hizmetlerini geliştirmeye yönelik girişimler planlamak, böylece, hastalığın kişideki olumsuz etkilerini azaltmak, hastalık sürecini kolaylaştırmak, gerekli görüldüğünde hastayı doğru merkezlere yönlendirmek, sosyo-demografik verilerle; hastalık dışı etkenlerin sosyal destek, hastalık şiddeti ve görünüş kaygısına olan etkilerini değerlendirmek ve bu alandaki literatüre katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tanımlayıcı tipte, kesitsel, nicel ve prospektif bir çalışma olarak, Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Erol Olçok Eğitim ve Aratırma Hastanesi, Dermatoloji ve Aile Hekimliği polikliniklerine başvuran ve çalışmaya dahil edilme ölçütlerini karşılayan psoriasis tanılı 140 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmada psoriasis hastalık şiddeti ölçümü için hesaplanan PASI (Psoriasis Area Severity Index) skoruna ek olarak Sosyo-Demografik Veri Formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği (MSPSS) ve Sosyal Görünüş Kaygısı Ölçeği (SGKÖ) yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Toplanan veriler, uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak SPSS 25 (Statistical Package for the Social Sciences, version 25) paket programıyla analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilenlerin yaş ortalaması 34,11 ve %55'i kadındır. Hastaların hastalık süresi ortalama 9,17 yıl ve hastalık başlangıç yaşı ortalaması 24,95 olarak bulunmuştur. PASI skoru, erkeklerin kadınlardan, lise ve altı eğitim düzeyine sahip olanların üniversite ve üstü eğitim düzeyine sahip olanlardan, evli olanların bekarlardan yüksek saptanmıştır (p<0,05). Evli olanların MSPSS Aile alt ölçek puanı bekarlardan yüksek saptanmıştır (p<0,01). Arkadaşıyla yaşayan hastaların MSPSS Arkadaşlar alt ölçek puanı yalnız yaşayanlardan yüksek bulunmuştur (p<0,05). Kamuda çalışan hastaların MSPSS toplam puanı öğrenci/ev hanımı ve özel sektör/serbest olarak çalışanlardan yüksek bulunmuştur (p<0,01). MSPSS toplam puanıyla hastalık başlangıç yaşı arasında pozitif yönlü düşük/orta düzeyde, PASI skoruyla arasında negatif yönlü düşük/orta düzeyde korelasyon saptanmıştır. Tartışma-Sonuç: Algılanan sosyal destek ve hastalık şiddeti arasındaki negatif yönlü korelasyon, psoriasis gibi kronik hastalıkların yönetiminde sosyal destek sistemlerinin önemini vurgulamaktadır. Hastalar için kişiselleştirilmiş sosyal destek programları, hastalığın etkilerini azaltmada ve hasta yaşam kalitesini iyileştirmede kritik bir rol oynayabilir. Algılanan sosyal destek ve sosyal görünüş kaygısı arasında anlamlı ilişki bulunmamış olması, bu değişkenlerin bağımsız olabileceğini düşündürebilir. Yani, bir birey yüksek düzeyde sosyal destek algılasa bile, bu onun görünüşüne dair kaygılarını otomatik olarak azaltmayabilir. Sosyal destek, farklı kaynaklardan sağlanabilir ve bu desteklerin niteliği, sosyal görünüş kaygısı üzerinde farklı etkiler yaratabilir. Bireylerin kişilik özellikleri, özgüven düzeyleri ve diğer psikolojik faktörler sosyal destek algısı ile sosyal görünüş kaygısı arasındaki ilişkide rol oynayabilir. Psoriasis şiddeti ile sosyal görünüş kaygısı arasında anlamlı korelasyon saptanmamış olması da, hasta merkezli yaklaşımın önemini vurgular ve hastalığın yayılımı ve şiddetinden bağımsız olarak, kişilerin bedenlerindeki değişimi nasıl algıladıklarını saptamak, etkin tedavi yaklaşımları açısından önem arz eder. Bu çalışmada incelenen sosyo-demografik özelliklerin sosyal görünüş kaygısı üzerinde belirleyici bir rol oynamadığı bulunmuştur ancak, bu kaygının altında yatan diğer faktörlerin daha iyi anlaşılması için daha kapsamlı araştırmaların yapılması gerekebilir. Anahtar Kelimeler: Psoriasis, Algılanan Sosyal Destek, Sosyal Görünüş KaygısıÖğe Akut kolesistit tanısında serum kalprotektin düzeyinin tanısal değeri ve komplike kolesistit öngörüsündeki yeri(Hitit Üniversitesi, 2024) Tutan, Mehmet Berksun; Turhan, VeyselAmaç: Akut kolesistit, sistik kanalın safra taşı veya çamur tarafından tıkanmasından kaynaklanan safra kesesinin iltihabi bir hastalığıdır. Akut kolesistitte tanı gecikmesi komplikasyonlara, ek morbidite ve hatta mortaliteye yol açabilir bu nedenle tanısının erken dönemde ve yüksek doğrulukla konulması önemlidir. Literatürde akut kolesistit ile serum kalprotektin seviyelerinin korelasyonunu doğrudan ele alan bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada amacımız, kalprotektin ile akut kolesistit arasındaki potansiyel ilişkiyi keşfetmek ve kalprotektinin komplike kolesistit için bir biyobelirteç olarak klinik faydasını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: 1 Kasım 2023 – 31 Ocak 2024 tarihleri arasında araştırma kriterlerine uygun son 6 hafta içerisinde inflamatuar olay geçirmemiş, bilinen malignite öyküsü olmayan, inflamatuar hastalığı olmayan elektif ameliyat planlanan 54 inguinal herni hastası (kontrol), elektif ameliyat planlanan 54 kolelithiazis hastası (kolelithiazis), acilden akut kolesistit nedeniyle yatırılan ve güncel kılavuzlar dahilinde ameliyat önerilen ancak kabul etmeyen 52 akut kolesistit hastası (akut kolesistit) ve 72 saat boyunca tedavi almasına rağmen klinik seyrinde düzelme olmadığı belirlenen ya da ilk 72 saat içerisinde gangren veya perforasyon gibi sebeplerden dolayı acil kolesistektomi veya kolesistostomi gereksinimi olan hastalar (komplike kolesistit) çalışmaya alınarak dört grup oluşturulmuştur. Çalışmaya katılan hastaların yaşları, cinsiyetleri, ek sistemik hastalıkları, boy, kilo ve vücut kitle indeksi (BMI), yatış esnasındaki öykü ve muayene bulguları rutin laboratuvar testlerinin sonuçları değerlendirmeye alınmıştır. Rutin ultrasonografi görüntüleme sonuçları, yatış süresi, operasyon süresi, açık kolesistektomiye konversiyon görülmesi, intraoperatif bulgular, patoloji sonucu, post-operatif dönemde komplikasyon varlığı ve taburculuk sonrasındaki rutin ikinci haftadaki poliklinik muayenesinde görülen cerrahi alan enfeksiyonu, ağrı ve post-operatif diğer komplikasyonlar ve şikayetler takip edilerek çalışmaya dahil edildi. Serum kalprotektin düzeyleri ELISA yöntemi ile ölçülerek istatistiki yöntemler ile akut kolesistit tanısındaki ve komplikasyon öngörüsündeki değeri araştırıldı. Bulgular: Akut kolesistit tanısında ve komplike kolesistit öngörüsünde serum kalprotektin düzeylerinin, sıklıkla bu amaçla kullanılan beyaz küre sayısı, C-reaktif protein (CRP), nötrofil-lenfosit oranı (NLR) ve CRP-albümin oranı (CAR) gibi oranlara göre daha başarılı olduğu görülmüştür. Serum kalprotektin düzeyinin 8,72 ng/mL'yi geçmesi akut kolesistit olasılığını yaklaşık 22 katına çıkarmakta, serum kalprotektin düzeyinin 15,20 ng/mL ve üzerinde olması hastanın kolesistit atağı esnasında komplike kolesistit görülme olasılığını yaklaşık 20,1 kat arttırmaktaydı. Komplikasyon tahmini açısından test kesinliğini ve tahmin gücünü arttırmak amacıyla serum kalprotektin düzeyi eşik değeri ve defans varlığı birlikte kullanılması ise %66,70 duyarlılık, %98,10 özgüllük, %98,10 pozitif prediktif değer, %91,20 negatif prediktif değer ve %92,53 test kesinliği ile hastanın komplike kolesistit grubunda olma olasılığını yaklaşık 200 katına çıkarmaktaydı. Sonuç: Serum kalprotektin seviyeleri akut kolesistit tanısını öngörmede başarılı olarak bulunmuş ve NLR, CRP, CAR gibi geleneksel belirteçlerden daha başarılı olduğu gözlemlenmiştir. Kalprotektin düzeyinin klinik uygulamaya dahil edilmesinin, tıbbi bakımın geliştirilmesi yönelik önemli bir adım olabileceğini ve hastaların genel sağlık sonuçlarını olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Akut kolesistit, Kalprotektin, Prediksiyon, Komplike kolesistitÖğe Kronik obstrüktif akciğer hastalarında anksiyete ve depresyon semptom düzeyleri ile dini başa çıkma stratejilerinin hastalık şiddeti üzerine etkileri(Hitit Üniversitesi, 2024) Yılmaz, Burak; Yılmaz, AyşeAmaç: Çalışmamızda, KOAH'lı hastalarda depresyon ve anksiyete düzeyleri, hastalık semptomları, atak sayıları ve hastalık şiddetine göre depresyon ve anksiyete semptomlarının sıklığı ve şiddeti; ayrıca bu semptomlarla başa çıkma stratejileri ve dini başa çıkma düzeylerinin anksiyete, depresyon ve hastalık şiddeti üzerine etkilerinin belirlenmesi amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntem: Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği'ne Eylül 2023 - Aralık 2023 tarihleri arasında başvuran 118 KOAH tanılı hastanın, Dini Başa Çıkma Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri ve Durumluk-Süreklilik Anksiyete Ölçeği'ni doldurmaları sağlanmıştır. Hastalık şiddeti düzeylerinin belirlenmesi için mMRC ve CAT anketleri doldurulmuştur. Bulgular: Hastaların %76,3'ü erkek ve yaş ortalaması 64,4±9,7 yıldır. Hastaların %78,8'inde KOAH ile birlikte ek kronik hastalık mevcuttur. Hastaların ortalama CAT skorları 16,3±9,6 olarak hesaplandı. Hastaların Beck depresyon puanları 22,0±12,2; STAI-S puanları ortalama 39,9±10,1; STAI-T puanları ortalama 44,8±10,6 olarak bulundu. Pozitif dini başa çıkma skorları 20,8±4,7, negatif dini başa çıkma skorları 8,4±2,1 olarak hesaplandı. KOAH evrelerine göre Beck depresyon ölçeği, STAI-S ve STAI-T değerlerini karşılaştırdığımızda üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptandı (p<0,05). KOAH evrelerine göre pozitif dini başaçıkabilirlilik değerlerini karşılaştırdığımızda üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,05). KOAH evrelerine göre negatif dini başaçıkabilirlilik değerleri karşılaştırıldığında evre 1- 2 hastalar ile evre 3 hasta grubu arasındaki fark anlamlı saptandı (p<0,05). Sonuçlar: Psikiyatrik öyküsü olmayan KOAH hastalarında bile yüksek depresyon ve anksiyete semptomları gözlemledik. Bu durum hastalığın ilerleyici ve geri dönüşsüz olmasıyla gelen endişelerle ilişkilendirilebilir. Çalışmamızda şiddetli KOAH'lı hastalarda daha yüksek dini başa çıkma değerleri saptadık. Dindarlık ve maneviyat, kronik hastalıklarla başa çıkmalarına yardımcı olabilecek bir strateji olarak görülmektedir. Hastalar, hem dini inançlarına sığınarak destek aramakta hem de hastalıklarının bir tür ceza olduğunu düşünerek kendilerini cezalandırılmış hissedebilmektedirlerÖğe Tıp Fakültesi öğrencilerinde yaşam boyu öğrenme eğilimleri ve mutluluk düzeyleri arasındaki ilişki(Hitit Üniversitesi, 2024) Akkaş, Lütfullah; Oğulluk, MustafaGiriş ve Amaç: Tıp fakültesi öğrencileri, uzun ve zorlu bir eğitim sürecindengeçerek, insan sağlığını koruma ve iyileştirme adına önemli bir görev üstlenirler. Busüreçte, sadece tıbbi bilgi ve becerileri değil, aynı zamanda yaşam boyu öğrenmebecerilerini de geliştirmeleri oldukça önemlidir. Yaşam boyu öğrenme, bireyin kendiöğrenme sürecini yönetebilmesi, yeni bilgi ve becerileri edinmeye açık olması ve buöğrenme sürecinden keyif almasıdır. Tıp gibi sürekli gelişen ve yenilenen bir alanda,yaşam boyu öğrenme becerilerinin gelişmiş olması, hekimlerin mesleki yetkinliklerinikorumalarına ve geliştirmelerine olanak sağlar. Bununla birlikte, öğrenme sürecininyanı sıra, tıp fakültesi öğrencilerinin ruh sağlığı ve mutluluğu da oldukça önemlidir.Bu bağlamda, bu tez çalışmasının amacı, tıp fakültesi öğrencilerinin yaşam boyuöğrenme eğilimleri ile mutluluk düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemek ve bu ilişkininöğrencilerin akademik başarıları ve mesleki gelişimleri üzerindeki olası etkilerine ışıktutmaktır.Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 01.01.2024-30.04.2024 tarihleri arasında, dahiledilme kriterlerini karşılayan ve Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. 5. ve 6. sınıftabulunan 199 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler yüz yüze yapılmıştır.Katılımcılara araştırmacı ve yönetici tarafından hazırlanan, literatür araştırması ileoluşturulmuş Sosyodemografik Veri Formu, Oxford Mutluluk Ölçeği Kısa Formu(OMÖ-K) ve Yaşam Boyu Öğrenme Eğilimleri Ölçeği (YBÖEÖ) uygulanmıştır.Bulgular: Çalışma sonucunda; katılımcıların OMÖ-K ortalama puanı 21,1olarak bulunmuştur. Katılımcıların yaşları ile OMÖ-K puanı arasında negatif yönlüdüşük/orta düzeyde korelasyon saptanmıştır. Katılımcıların cinsiyet, kaldığı yer veyaşadığı kişi değişkenleriyle OMÖ-K puanı arasında istatistiksel anlamlı bir ilişkisaptanmamıştır (p>0,05). YBÖEÖ toplam puan ortalaması 71,16 olarak bulunmuştur.Katılımcıların cinsiyet, yaş grubu, eğitim durumu, kaldığı yer ve yaşadığı kişideğişkenleriyle YBÖEÖ toplam puanı arasında istatistiksel anlamlı bir ilişkisaptanmamış olup (p>0,05), OMÖ-K puanı ile YBÖEÖ toplam puanı arasındadüşük/orta düzeyde pozitif yönde korelasyon saptandı. (p>0,01). Sonuç: Araştırma sonucunda tıp fakültesi öğrencilerinin hem mutlulukdüzeylerinin ölçek orta değerinden yüksek olduğu hem de yaşam boyu öğrenmeeğilimlerinin yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca öğrencilerin yaşam boyuöğrenme eğilimleri ile mutluluk düzeylerinin düşük/orta düzeyde pozitif yöndekorelasyon gösterdiği bulunmuştur. Başka bir deyişle, yaşam boyu öğrenme eğilimiyüksek olan kişilerin, aynı zamanda daha mutlu bireyler olduğu tespit edilmiştir.Öğe Glasgow blatchford skorunun üst gastrointestinal sistem kanamalarında prognozu öngörmedeki etkinliğinin değerlendirilmesi(Hitit Üniversitesi, 2024) İnciler, Fidan; Düzenli, TolgaAmaç: Akut üst gastrointestinal sistem kanaması, acil başvuruların ciddi sonuçları olabilen yaygın nedenlerinden biridir. Bu kapsamda, hastaları erken dönemde değerlendirmek morbidite, kanama tekrarı, mortalite olasılığını öngörmek ve risk analizi yapmak önemlidir. Glasgow Blatchford skoru, tıbbi müdahale (kan transfüzyonu, endoskopi, cerrahi) gereksinimini öngörmek için geliştirilen bir skorlama sistemidir. Bu çalışmadaki amacımız, Glasgow Blatchford skorunun üst gastrointestinal sistem kanamalarında prognoz belirteçleri ile ilişkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, Aralık 2022-Mayıs 2023 tarihleri arasında üst gastrointestinal sistem kanaması ile başvuran hastalar dahil edildi. Hastaların demografik verileri, başvuru şikâyetleri, kronik hastalıkları, kullandığı ilaçlar, yatış anında yoğun bakım/servis yatış durumu, vital bulguları, melena varlığı, senkop durumu, kan transfüzyon ihtiyacı olup olmadığı, endoskopik girişim zamanı, endoskopi sırasında aktif kanama bulgusu olup olmadığı, müdahale yapıldı ise yöntemi, cerrahi ihtiyacı, yeniden kanama durumu, yatışın taburculuk veya exitus ile sonlanım durumu ve yatış süreleri kaydedildi. Glasgow Blatchford skorları hesaplanarak prognoz belirteçleri ve mortalite ile olan ilişkileri araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya toplam 140 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 69,7±18 yıl idi. Hastaların % 41,4'ü (n=58) kadın, %58,6'sı (n=82) erkek idi. Glasgow Blatchford skoru ortalaması 9,5±4 idi. Hastaların yatış süresi ortalama 5,1±6,3 gün iken, %15,7'si (n=21) exitus oldu. Glasgow Blachford Skoru ile yaş (r=0,470, p<0,001), Charlson komorbidite indeksi (r=0,518, p<0,001) ve yatış süresi (r=0,272, p=0,001) arasında, orta düzeyde pozitif korelasyon saptandı. Mortaliteyi predikte etmek amacıyla yapılan logistik regresyon analizinde Charlson Komorbidite indeksi (OR:1,023, %95 CI:1,008-1,437, p=0,046) anlamlı iken GBS mortalite prediktörü değildi (p=0,582). GBS; kan transfüzyon ihtiyacında (OR:1,493, %95 CI:1,297-1,719, p<0,001), endoskopik girişim ihtiyacında v (OR:1,248, %95 CI:1,089-1,430, p=0,001) ve yoğun bakım yatışında (OR:1,153, %95 CI:1,049-1,266, p=0,003) anlamlı öngördürücü idi. ROC analizinde mortalite için GBS için 9,5 sınır değeri ile AUC 0,64 (%95 CI: 0,513-0,775, p=0,032), sensitivite %68,2 ve spesivite %52,5; kan transfüzyon ihtiyacında GBS 8,5 sınır değeri ile AUC 0,853 (%95 CI: 0,782-0,924, p<0,001), sensitivite %84,9 ve spesivite %75,9; endoskopik müdahale ihtiyacında GBS 9,5 sınır değeri ile AUC 0,752 (%95 CI: 0,653-0,851, p<0,001), sensitivite %90 ve spesivite %50,8; yoğun bakıma yatış ihtiyacında GBS 9,5 sınır değeri ile AUC 0,72 (%95 CI: 0,646-0,812, p<0,001), sensitivite %70,1 ve spesivite %58,9 idi. Sonuç: Glasgow Blachford skoru mortalitede öngördürücü değil iken, Charlson Komorbidite indeksi mortalite öngördürücüsüdür. Glasgow Blachford skoru; kan transfüzyon ihtiyacının tespitinde, endoskopik girişim ihtiyacının tespitinde ve servis/yoğun bakım tercihinde öngördürücüdür. Anahtar kelimeler: Gastrointestinal sistem kanaması, Glasgow Blatchford Skoru, mortalite, prognoz.